Her son yeni bir başlangıçtır..
Yeni sırlar, yeni düşmanlar ve yepyeni gizemler.. Alev beş yıl sonra döndüğü ülkesinde geçmişiyle yüzleşirken yaptığı hatalar gün yüzüne çıkmıştı. Geçmişteki hataları, hatalarla kapatmaya çalışarak yeni hatalar yaparken; varlığından bile haberi olmadığı tehlikeler tetikte bekliyordu. Ve Alev, kurşun onu öldürdükten sonra elinde silahıyla onu gözleyen düşmanını fark etmişti.
Sır perdesi aralanıyor...
*****
"Oyunun son perdesindeyiz, doktor."
Gözümden bir damla yaş düştü.
"Herkesten beklerdim.. Herkesten. Sen... Nasıl ya?"
"Öyle ya da böyle.. Bir önemi var mı? Yaptım işte." Elinin tersiyle ıslak yanağını sildi. "Hem, pişman değilim ki. Yine olsa, yine yapardım."
"Her şeyi düşünmüşsün ya.." diyip ruhsuzca güldüm. "Biz şimdi nasıl düşman olacağız?"
Hıçkırdı. Gözlerini kaçırır gibi oldu ama tekrar bana odakladı.
"Olmayacağız. Çünkü sen bu dünyadan alacağın her şeyi aldın. Hatta fazlasını.. Bunu engellemek için birlik olduk zaten. Bundan sonra fazladan alacağın bir soluk bile haram sana. Cezanı vereceğiz."
Ve bir mermi sesi.. Her şeyin bitişi bir sesle olabilir miydi? Savaşların bitişi beyaz bayrakla olurken bizimki neden beyaz gömleğin kırmızıya boyanmasıyla olmuştu? İki çocuğun "Anne!" feryadı dönülmez yoldaki birini döndürür müydü? Sanmam. Bizim hikayemiz burada bitmişti.
İnsanların aklına mutlu son dendiğinde neden düğün gelirdi ki? Ölürken bile birbiri için atan kalpler yeterince güzel değil miydi? Mutluluk ölümle neden bağdaştırılamıyordu? Peki biz? Biz mutlu son muyduk? Ya da.. Biz son muyduk? Anka kuşu gibi her bitti dediğimizde küllerimizden doğuyorduk. Aslında bitmek bilmeyen başlangıçlar yapan biz değil, bizi biz yapan sorunlarımızdı. Bir nevi yeminliydik, ya oyunu çözecektik ya da... Biz hep ilk seçeneği düş
Yağmur yağıyor, her yeri sel alıyordu. Sokaktaki insanlar ıslanmamak için oradan oraya koşuyor, trafik arabalar sayesinde tıkanıyordu. Şemsiyesi olan insanlar rahat bir şekilde yolda yürüyordu. Şemsiyesi olmayanlar ise şanssızdı. Yağmurdan ıslanmamak için korunacak yer arıyorlardı.
Şemsiyesi olmayan, elinde kalın hukuk kitapları, üzerindeki deri ceketi ile rahatça yürüyordu İzem. Acelesi yoktu. Islanmayı seven biriydi. Küçükken babası onu sokağa attığında yağmurun altında kendi kendine eğlenir, biriken suların üzerine zıplardı.
Uzun kahverengi saçları ıslanıp birbirine karışmıştı. Elindeki hukuk kitapları çantasına sığmadığı için elinde sımsıkı tutuyor, ıslanmamaları için boynundaki kahverengi atkıyı kitaplarına siper ediyordu.
İzem Karasu.
Üniversite son sınıf öğrencisiydi kendisi. Yirmi üç yaşında, geleceğinin hayallerini kuran ve başarılı bir savcı olmayı hedefleyen bir hukuk öğrencisiydi. Son yılının bitmesine ve mezun olmasına sadece aylar kalmıştı.
Metro durağına inen yürüyen merdivenleri görene kadar normal hızda yürümeye devam etti. Yürüyen merdivenler gözüne çarpar çarpmaz adımlarını hızlandırdı.
İzem dışarıdan çok sert görünürdü. Bakışları her zaman insanlara nefretle bakardı. Oysaki sıcakkanlı biriydi. Sevdiklerine karşı çocuksu olurdu. Merhametli ve sevecendi. Soğuk olduğu insanlara acımazdı.
Metro durağına geldiğinde metro gelmişti bile. İnsanlar birbirlerini ittirerek metroya ulaşamaya çalışıyordu. Sanki birbirlerini itmeseler metroya binemeyecek gibi bir halleri vardı.
.....