"Seni senden daha iyi tanıyan bir tek ben varım." dedi. Gözleri tamamen bana kenetlenmişti, "Ve bunu senin için söylüyorum, insanlar önlerine hazır konmuş bir kaderi yaşamazlar. Doğduktan sonra ellerinde her imkan vardır ve hayatta ne yapacaklarına kendileri karar verirler." Sahi insanın kendisiyle yüzleşmesi böyle bir şey ise daha ne yapabileceğimi bilemiyordum. Gözleri geçmişin ardında bıraktığı kasırga izleri kadar soğuk ve ciddiydi. İrislerinin rengi döndüğünde, o an ağzımdan çıkacak sözleri bir bıçak gibi kesti. Tabi ki zihnimden geçenleri okuyabiliyordu. O benim içgüdümdü. "En iyi bildiğim bir şey daha, senin bu hale gelmende benim payım yok. Sen geçmişte onun ellerinin arasından kayıp gitmesine izin verdin, o yüzden bu haldesin." Onu reddedemedim, karşı çıkamadım. Ya da o cesareti kendimde bulamadım. Sadece hayatımda ilk kez utanç duygusunu tatmanın rahatsızlığını yaşıyordum. Benim o halimi gören yüz ifadesi yavaşça eski haline döndü. Tıpkı kızını seven bir baba gibi, gözlerindeki kasvetli atmosfer de sona erdi. "Ama şu anda ne için buradayım diye sorarsan, elbette sana yardım etmek için. Çünkü bu çaresizliğe bir süre daha dayanamazsın." "O zaman ne için son ana kadar bekledin? Daha önceden de böyle karşıma çıkabilirdin, değil mi?" dedim bir hışımla. Kendi bildiği doğrularıyla beni de etkisi altına almaya çalışıyordu fakat buna izin vermeyecektim. "Bu soruyu sadece gerçekten samimi olduğun için cevaplayacağım." dedi dümdüz ve manidar bir tonda. "Ben yüzyıllardır hatta ezelden beridir yaptığım şeyi, bunca zaman sessizce kulağına fısıldamakla görevliydim."