Antika dükkanının içinde başka bir dünya vardı umut bunu babasıyla dükkana girdiği an hissetmişti aslında burayı antikacı değilde eskici demek daha doğru olurdu dışarıda serin bir yaz günü vardı fakat dükkanın içinde saatlerce öyle güneşin altında kalarak iyice ısınmış teras gibi yapı yapış hatta boğucu denebilecek kadar sıcaktı yusuf'un burnuna aynı anda değişik bir koku geldi çatlayıp dökülmeye yüz tutmuş derilerin hepsi rutubetli kumaşların ve hava almayan küflü duvarların kokusu birbirine karışmıştı havada toz bulutları uçuşuyordu umutun babası erasmus umutta nefes almakta güçlük çekiyordu oğluna sıkıntıyls bakan adam özür dilecesine omuz silkti umut alçak sesle buranın böyle kokması senin suçun değil diye fısıldadı O sırada antikacının ön kısmına arka taraftan ayıran perde açıldı ve yaşlıca bir hanım onlara doğru geldi bir bastona dayanarak yürüyodu ama yinede süpürge sapı yutmuş gibi gibi dimdik duruyordu selam vermek yerine nihayet dedi