"Koşuyordum, nereye gittiğimi bilmeden koşuyordum. Sanki bedenimi ben değil başkası yönetiyordu. Terden yüzüme ve enseme yapışan saçlarımı hissedebiliyordum. Üzerime geçirilmiş beyaz elbise dalgalanıyordu. Elimdeki solmuş sarı karanfiller de neyin nesiydi?
Hava da bir kasvet, neyin habercisiydi? İçime yerleşen hüzün nefesimi kesiyordu. Boğazıma yapışan bir el vardı sanki. Bedenim beni istediği yere sürüklemişti. Miyopluğun verdiği refleksle gözlerimi kıstım. Mezarlık uzaktan göz kırpıyordu. İlk defa gözlerimin bir nesneyi tanımamasını istedim. Kesin kesik nefes alışverişlerimle mezarlıklara ilerledim. Cesaret aşılanmıştı sanki bedenime. Gözlerim mezar taşlarında gezindi. Bu isimler çok tanıdıktı..
İnsanın en yakın arkadaşlarının isimleri tanıdık gelmez mi hiç?
Yaralı elimdeki sarı karanfiller elimden kayıp yere düştü. Bir şimşek çaktı. Bu defa gökyüzünde değil, tam yüreğimde. Acıyla sarsıldım. Gözlerim buğulandı, yüzümü sıcak damlalar kapladı.
Belki de bu yüzden korkmadım mezarlıktan..
Sevdiklerim yatıyor yan yana. O karanfiller onlar için mi yani?
Bu nasıl bir rüya? Uyandırın lütfen..
Güçsüzce yere çöktüm, elbisem kan olmuştu. Keşke sadece elbisem kan olsaydı. Kalbim kanlar içindeydi, muhtaçça bakıyordum etrafa. Bu bir rüya, her şey bir şaka diyin. Sarı karanfilleri sevmem ben.
Kalkın!
Burası çok karanlık
Korkarsınız
Kalkın!
Burası çok soğuk
Üşürsünüz..
Yüzümü hırçınca sildim. Bitti mi hikayemiz dedim fısıltıyla.
Cevap gelmedi, bitmiş hikayemiz.."