Hafiften yaklaştı Yiğit. Bununla birlikte aynı anda geri gitti Dilruba. Yere bıraktığı bidona takılsa da Yiğit'e kalmadan toparladı kendini, azıcık utandı al al oldu yanağı. Öksürdü, soracağı sorudan emin olmayarak şöyle bir etrafta gezdirdi gözlerini Yiğit. Ağaca, kurda, kuşa, yerdeki tırtıla, köşede şip şip su içerek keyifle kendilerini izleyen kediye baktı. "Yavuklun var mı? Bi' sevdiğin?" Ani bir şok geldi geçti Dilruba'nın mavi gözlerinden. Köşedeki kedi bile şok olmuş gibi su içmeyi bıraktı. Bir tövbe çekti sessizce. 'Belli...' dedi kendi kendine. 'Bu az çapkın değil. Tipi de müsait az kız koşmuyordur bunun peşinden.' Bir elini beline koydu, eğilip bidonunu aldı eline. "Var!" dedi. Bilmem kaç bıçak saplandı Yiğit'in gönlüne. Ardından söylediği sözler bir bir söktü o bıçakları, yarasını sardı, üzerini bile öptü. "Kocam var benim, bebem de karnımda! Yanımda seni görürse vurur topuğundan alimallah! Hadi var git yoluna." Saçını savurur gibi başını salladı şöyle bir. İçinden 'Hıh!' demeyi de ihmal etmedi. Eli belinde ardını döndü, salına salına gitti tahta kapıya. Girmeden önce arkasını dönüp kontrol (!) etme amacıyla baktı sadece. Göz göze gelince çekemedi birazcık bakışlarını. Eli cebinde kendine bakıp gülümseyen adamda takılı kaldı gözleri. O hafifçe başını eğip selam verince kendine geldi. Omzunu silkti nazlı nazlı. Ayaklarındaki çamuru otlara silip girdi tahta kapıdan içeri. Ardında ise derince iç çeken Yiğit'i bıraktı şüphesiz. "Ah ulan!" dedi cebinden sigarasını çıkarırken. "Ah ulan Kızılca, yaktın beni!" Kızılca'sının onu yaktığı gibi o da sigarasını yaktı. Akşama kadar ayrılmadı oradan, belki camdan başını uzatır diye.