Gece yarısını henüz geçmişken atlı arabanın tahta tekerlekleri büyük bir gürültüyle giriş yaptı Necip efendi meydanına. Karanlık, ukuya hazırlanan tüm şehrin üzerini bir yorgan gibi örtüyor yeni dinmiş yağmurun kokusu serin hava ile karışıp oksijene dönüşüyordu. Arabacı rüzgârdan hareket eden kasketini düzeltip ikinci bulvardan sonra yavaşladı ve sağ caddenin üzerine konuçlanmış köşklerden birinin önünde durdu. Uzun boylu, genç bir adam indi arabadan. Uzun siyah palrosunu koluna atıp elindeki siyah fötr şapkayı başına bıraktı. Tam o sırada köşkün pencerelerinden birindeki yarım panjur aralandı ve bir ışık hüzmesi sızdı karanlığın kalbine doğru. Perde küçük bir miktar açıldı. Ardından genç bir hanım hafifçe başını uzattı. Gözleri karanlıkta seçememişti geleni, fakat kalbi seçmiş olmalı ki kalp atışı dört nala seyreden bir atın ki kadar hızlanmıştı..