Her gün aynı yalandan ibaret.
Gidilen yollar, adımları kesen durak. Kimine ev, kiminin ruhunu sıkıştıran lanetli kale. Büyük şehirdi İstanbul... Uzun yolları, dar sokakları vardı. Hiç bitmez sansan da adımların nerede duracağını bilirdi. Dün suratını unutmaya başladığın karşına çıktığında anlardın büyük şehir olmadığını. Güzel kahkahalar, gizli ağlamalar sığdırırdı şehir. Saklambaç oynansa bulunurdun öylesine. Bir yer vardı, şehirden ayrı bir yer... Kocaman kale gibi bir ev. O eve gireni bulamazdın işte. Yatağın altına kafasını uzatan olmazdı, dışarıda fırtına kopsa çocuğun kafesinde ki depremleri sobeleyemezdi kimse.
Acı vericiydi, çok yakardı. Parçalardı ama bilirdin bunu kimse görmeyecekti. Kalkardın, uyurdun , uyanırdın ve sabah gün ışığı gece ki karanlıkla alay edercesine ışıldardı.
Alışırdın, düzenbaz düzene.
Yalan söyledim.
"Kimsesiz." diye fısıldadı. "Kimsesizler." derken sesi biraz yükselmişti. "Biz sokağın bile kucak açmadığı kimsesizleriz. Bizim geçmişimiz kan kokuyor Hazan. Biz yalnızca aynı acıdan vurulmuş insanlarız. " dikleşti. "Burası bizim şehrimiz. Burası kimsesizler şehri. Kimsesizlerin hayatı bu kapıdan girdileri anda başlıyor Bu kapıdan girdikleri an geçmişleriyle olan savaşları başlıyor."
"Yine de." dedim, etrafa bakınırken. Karanlığa alışmıştı artık gözlerim. "Kimsesiz demek. Ne bileyim, buruk bir his bırakıyor."
Bana bakmayı sürdürürken, yüzüne ölümün buruk bir ifade yerleşmişti. "Bırakmalı Hazan. Çünkü biz şehrin tonlarca odasının içinde ruhu kimsesizliğe itilenleriz. " derin bir nefes verdi.
"Kalabalığa rağmen."
___
"Burada nerden geldiğin sorulmaz. Geçmişin yargılanmaz. Burası Kimsesizler Şehri. Burada sınırlar, yalnızca senin koyduğun kadar. "