Her gün aynı yalandan ibaret.
Gidilen yollar, adımları kesen durak. Kimine ev, kiminin ruhunu sıkıştıran lanetli kale. Büyük şehirdi İstanbul... Uzun yolları, dar sokakları vardı. Hiç bitmez sansan da adımların nerede duracağını bilirdi. Dün suratını unutmaya başladığın karşına çıktığında anlardın büyük şehir olmadığını. Güzel kahkahalar, gizli ağlamalar sığdırırdı şehir. Saklambaç oynansa bulunurdun öylesine. Bir yer vardı, şehirden ayrı bir yer... Kocaman kale gibi bir ev. O eve gireni bulamazdın işte. Yatağın altına kafasını uzatan olmazdı, dışarıda fırtına kopsa çocuğun kafesinde ki depremleri sobeleyemezdi kimse.
Acı vericiydi, çok yakardı. Parçalardı ama bilirdin bunu kimse görmeyecekti. Kalkardın, uyurdun , uyanırdın ve sabah gün ışığı gece ki karanlıkla alay edercesine ışıldardı.
Alışırdın, düzenbaz düzene.
Yalan söyledim.
Müge türlü yalanlar ve sakladığı geçmişiyle, iki yıllık evlilik sonrası terk ettiği eşine altı yıl sonra dönmeye karar verir.
Herkes Müge'yi daha iyi bir hayat eşini ve dostlarını bıraktığını sanırken aslında gerçek bambaşkadır.
Büyük bir aşkla evlendiği adamı bile bile zedeleyen kadın geri dönüşünde zorlanırken geçmişi daima ensesindedir. Onu affetmeyen, defalarca yalan söylediği adama her şeyi yavaşça, günlere bölerek anlatır. Yine de zaman akarken masala yeni parçalar eklenir.
Bu masalın bekçisi de Müge'nin daima hayalini gördüğü ablası olur.
Gördüğü sanrılar artarken ve gizlenmiş gerçekler sırtındayken mutlu bitirmesi gereken bir hikayesi vardır.