"Sen tanıdığım en haysiyetsiz adamsın!" Tebessüm etti ve dudağımın kenarını okşadı.
"Biliyorum." dedi.
"Sen, sana güvenen birine oynayacak kadar alçaksın!" Baş parmağı, dudağımın kenarından adeta dudaklarıma kaydı.
"Biliyorum." dedi yine.
"Doğru, biliyorsun ya," dedim alayla. Sanki tek bildiği şey buymuş gibi. "Sen var ya sen... Adam bile değilsin. Zekisin, kabul. Ama aptalsın da! Koca bir APTAL!" Bağırdım, sesim çatladı ama umursamadım bile.
Yüzündeki tebessüm an be an artıyordu. Dayanamıyorum. "Erkekliğinden, adamlığından ve şerefinden utanmayan bir haysiyetsizsin sen!" Yüzüne tükürdüm. Gözlerini bile kırpmadı. Dudaklarımdaki baş parmağını çekmedi.
Bu sözleri dile getiren birinin iki dudağı arasında parmağının ne işi vardı?
Nerede o aşk dolu bakışlar? Sevdiğim adam neden yanlış bakıyor? Aşık olduğum adam... Bu kadar. Aşık olduğum adam olarak kaldı. Adam bile olmayan aslında... Seven de sevdiğini harcayabiliyor, onunla tıpkı bir oyuncak gibi oynayabiliyormuş.
"Benim bildiğim bir şeyi bilmiyorsun ama." dedi uzun süre sonra konuşarak. Tek kaşım 'Neyi?' dercesine kalkmıştı. Belki de fazla akıllı değildi. Bence artık bir hiçti.
"Bütün saydıklarını biliyorum ama senin..." Yemin ediyorum birazdan söyleyeceğini duydum. "...bir 'suçlu' olduğunu bilmiyorsun!"
Ve ilk yıkım.
Suç. Suçlu. Suçlusuz.
Senaryo oluştu, şimdi sıra sende. Eğer ki kendine güveniyorsan, içine girdiğin senaryoda çıkış kapısını unutacaksın!
Buyur, kapı açıldı!