Üniversite eğitimi için Türkiye'den Manhattan'a giden Freya Adin Kara, yanlış gönderilen bir e-mailin kurbanı olmuştu. Şanssızlığına bin kez lanet ederken, yaşayacağı diğer şeylerin yanında bunun bir hiç kalacağından tamamıyla ve mütemadiyen habersizdi.
Karanlık, onu yavaşça içine çekecekti. Freya öyle siyaha boyanacaktı ki kendi kimliğinde hapsolup benliğini kaybedecekti.
Peki ya aşk, onu karanlığın siyah boyasından arındırıp, tekrar gök rengine büründürebilecek kadar güçlü müydü?
Bu, Freya ve Arın'ın hikayesi...
*
-23. Bölümden bir kesit-
Omzumda bir acı hissettim, ama o acı beni sadece güldürdü. Ardından diğer kolumda da aynı acıyı hissettim, fakat o da beni güldürmekten başka bir işe yaramamıştı. Ve sonra Arın'la birleşen ellerimize keskin bir ağrı saplandı, gülerken gözlerimden bir damla yaş düşmesine neden oldu. Fakat bir saniyeliğine bile ellerimizi bırakmadık.
Ölüme doğru yürüyorduk.
*
Suç yok, suçlu yok
Hayat böyle anladım
Aşk yok, artık yok
Ama zamanla alıştım.
Senle ben hep böyle kalacağız
Git gide eriyip yok olacağız
Yavaş yavaş...
Sorma neden, niçin
Her şey yalnızlıktan
Bak bak bak güzel bir gün ölmek için
Düş yok, gerçek yok
Bak sonunda anladım
Yaz yok, kış yok.
Artık zamanı karıştırdım.
Senle ben hep böyle kalacağız
Git gide eriyip yok olacağız
Yavaş yavaş...
Sorma neden, niçin
Her şey yalnızlıktan
Bak bak bak bak güzel bir gün ölmek için.
~Teoman- Güzel Bir Gün
*
Tüm hakları Freya'nın altın gözyaşlarında ve Arın'ın ona olan ölümsüz aşkında saklıdır.
Yağmur yağıyor, her yeri sel alıyordu. Sokaktaki insanlar ıslanmamak için oradan oraya koşuyor, trafik arabalar sayesinde tıkanıyordu. Şemsiyesi olan insanlar rahat bir şekilde yolda yürüyordu. Şemsiyesi olmayanlar ise şanssızdı. Yağmurdan ıslanmamak için korunacak yer arıyorlardı.
Şemsiyesi olmayan, elinde kalın hukuk kitapları, üzerindeki deri ceketi ile rahatça yürüyordu İzem. Acelesi yoktu. Islanmayı seven biriydi. Küçükken babası onu sokağa attığında yağmurun altında kendi kendine eğlenir, biriken suların üzerine zıplardı.
Uzun kahverengi saçları ıslanıp birbirine karışmıştı. Elindeki hukuk kitapları çantasına sığmadığı için elinde sımsıkı tutuyor, ıslanmamaları için boynundaki kahverengi atkıyı kitaplarına siper ediyordu.
İzem Karasu.
Üniversite son sınıf öğrencisiydi kendisi. Yirmi üç yaşında, geleceğinin hayallerini kuran ve başarılı bir savcı olmayı hedefleyen bir hukuk öğrencisiydi. Son yılının bitmesine ve mezun olmasına sadece aylar kalmıştı.
Metro durağına inen yürüyen merdivenleri görene kadar normal hızda yürümeye devam etti. Yürüyen merdivenler gözüne çarpar çarpmaz adımlarını hızlandırdı.
İzem dışarıdan çok sert görünürdü. Bakışları her zaman insanlara nefretle bakardı. Oysaki sıcakkanlı biriydi. Sevdiklerine karşı çocuksu olurdu. Merhametli ve sevecendi. Soğuk olduğu insanlara acımazdı.
Metro durağına geldiğinde metro gelmişti bile. İnsanlar birbirlerini ittirerek metroya ulaşamaya çalışıyordu. Sanki birbirlerini itmeseler metroya binemeyecek gibi bir halleri vardı.
.....