❛ 'Kaybettiğinize en çok pişman olacağınız şey nedir?' diye sorulsaydı, akıllara aile, arkadaş, sağlık ya da para gibi önemli ve değerli sayılan kavramlar gelirdi. İnsanların öncelikleri ve değerleri, kendine hastı ne de olsa. Kimileri aşkı, aileye tercih ederken; kimileri hayallerini itibarıyla satın almıştı. Kimileri için bir evlat, diğer evlatlarından daha kıymetliydi. Kimileri anne-baba olmayı tatmak için can atardı da, kendini bir kız çocuğu evlat edinirken bulmuştu. Bazılarının sahip olduğu tek şey, umuttu. Bazıları için makam ve şöhret, uğrunda çirkin günahların mübah kılındığı bir dünyaydı. Bazıları, en değerlisini kaybetmek üzere olduğu gerçeğiyle yaşamaya çalışıyordu. Ve bazıları, ona ait olup olmadığından bile emin olmadığı bir insanı kaybetmekten korktu. Bazılarıysa, en önemli değer olan kimliğini kaybetmişti de, farkında bile değildi. Özünü unutmaktan daha acı bir kayıp varsa o da unutmayı tercih etmekti. Benlik, insana verilen ilk emanetti. İnsan önce kendini, sonra diğer insanları tanırdı. Kendini tanımayan, başkalarını da tanıyamaz ve onları ön yargılarının birer kurbânı yapardı. Leya on yedi yaşında, kalp hastası bir kızdı. Ne var ki kendi hakkındaki bazı -onun tabiriyle acınası- gerçekleri inkar etmekte diretiyor, zira onları zayıflık olarak görüyordu. Kendine çizdiği 'güçlü kadın' profili ve mesafeli tavırları yüzünden çoğu kişi onun kibirli biri olduğunu düşünürdü. Bir yaz tatili sonunda, yarı zamanlı çalıştığı lokantada, ona bahşiş bırakmış bir halde ortadan kaybolan genç müşterisinin peşinden gitmiş, ancak bulamadığı için yalnızca tekrar karşılaşmayı ve bahşiş ücretini iade etmeyi dilemişti. Minnet altında kalmaktan nefret ederdi. Tabi aklından geçen, müşterisiyle yeni öğretim yılında sınıf arkadaşları olarak karşılaşmak değildi. ❜