Topraklarına ait olan güç, onu reddediyordu. Bir başkası için ne denli kolay olsa da bitkiler hiçbir zaman Leora'nın tarafını seçmemişti.
Yine bitki bilimine çalıştığı bir gün, Yönetici Toprakları'ndan düşen kaya parçaları altındaki zemini salladı. İki dünyayı ayıran sınırın kaya parçalarını yok etmesi, Achatea Toprakları'nı koruması gerekirdi.
Fakat öyle olmamıştı.
Leora yöneticilerinden topraklarına gelen açıklamanın yeterli olmadığını biliyordu çünkü sınırın olmadığını, topraklarının yıllardan beri bir yalana inandırıldığını o gün görmüştü.
Üstelik şahit olduğu tek şey, gökyüzünden yağan kaya parçaları değildi. Gökte yuvarlanan iki kol, iki bacak havada savrulurken Leora göğsünün ortasında bir ağırlıkla olduğu yerde çaresizce beklemişti.
Bir canlı, olmayan sınırı delerek topraklarına çakılmak adına ağaçların arasında kaybolurken sadece beklemişti.
Achatea Toprakları'ndan Leora Quintin, onlara inandırılan yalanlara kanmayarak hayat boğumlarının peşine düşen acımasız Lord Alshain ile oğlu Raven Orthron'un ayaklarına bir bağ olmayı hedefleyecekti. Çünkü Leora Quintin'e göre ufak bir çakıl taşı olmak, oturduğu yerden bitki bilimine çalışmaktan daha iyiydi.
Her ne kadar doğruları birer birer yalana dönüşecek olsa da.
ꕥ
Orthron Toprakları; gölgeler ve zehrin,
Achatea Toprakları; bitkiler ve şifacılığın,
Azurit Toprakları; empati ve üçüncü gözün,
Lagneia Toprakları; çekicilik ve iknanın,
Krijador Toprakları; bilgelik ve uyumun toprağı...
Beş soylu tarafından yönetilen, beş farklı özel gücün sahiplendiği topraklara varacak yolculukta dengenin bozulması kaçınılmazdı.
ꕥ
Kasım 2021
Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetlere sahip olmuştu. En değerli mücevherler daima onun boynunu süslemiştir. Lüks içinde yaşarken hayatta istediği her şeye kolayca sahip olmuştu. Üzerine titreyen iki abisi, onu hep güldüren kız kardeşi, iyi bir yengesi ve onu sürekli çıldırtan bir hizmetçisi varken hayat ona karşı fazlasıyla cömertti.
Tüm bunları ne bozabilirdi ki?
Bir gece korkunç bir ritüele kurban edildiğinde gözlerini bambaşka bir dünyada açar. Orta Çağın hiyerarşisinin içinde kalmışken eve dönmek hiç kolay değildi. Kendi dünyasında bir öğretmenken Ölümsüzlerin akademisinde bir hizmetçi olunca, sınıf farkının acımasız gerçekleriyle yüzleşir. Burası onun dünyası değildi, burası barbarların hüküm sürdüğü Araftı ve o, hayatta kalmak istiyorsa lüks alışkanlıklarından ödün vermeyi öğrenmeliydi.
***
"Medeniyet yoksunu, vahşi barbar!" diye ona sesimi yükselttiğimde çatılan kaşları umurumda bile değildi. Tüm gün kuyudan su çeken o değildi.
"Şu sivri dilin bir gün başına bela olacak." Sert bakışlarla beni uyardıktan sonra merdiveni işaret etti. "Kahyadan fırça yemek istemiyorsan işinin başına dön."
"O kadın bir cadı." Ondan bahsederken bile tiksintiyle yüzümü buruşturdum. "Bence benden nefret ediyor."
"Hayret." Kaşları alayla yukarı kalktı. "Oysaki çok sevilesi bir kadınsın." İğneleyici sesiyle ters ters ona baktım. "Sizde öyle Savcı Bey," dedim oyunbaz bir ifadeyle. "Sizi görenlerin yüzünde güller açıyor."
"Bunu inanarak söylemiyorsun."
"Tabii ki inanarak söylemiyorum."
Gülerek bana ikinci kez merdiveni işaret etti. "İşinin başına dön aksi taktirde yarın seni sınıfıma almam. Bir hizmetçiye ders verdiğim için yeterince sorun yaşıyorum."
Bu vahşiler kendi dünyamda ne kadar zengin ve asil olduğumu anlamak istemiyordu.