Evet, tanımım bu... Biz, doğadaki biz yani insanlar, diğer canlılarla birlikte hepimiz ölümü bekliyoruz... Bunun en azından farkında olduğumuzu düşünüyorum diğer canlılar bunun bilincinde mi bilmem...Adına yaşamak diyoruz ama aslında çoktan ölümü beklemeye başlamışız biz farkında olmasak da. Ki farkında değil gibiyiz.Şehir insanlarında çok görülür bu. Büyük şehrin insanları çok tuhaf görünüyor gözüme ki ben de küçük köy, kasaba insanının şehirleşmişine evrimleşmiş modeliyim, ben de onlardan biriyim. Ölümü bekliyoruz hep birlikte.Çocukluktan çıktıktan sonra başlıyor bu bekleyiş. Ben sanırım bir kaç yıl önce düşünmeye başladım. Bende devreler geriden çalışıyor. Bazı şeyleri sonradan farketmiş gibi hissediyorum bazen. Büyüdükçe, uğraşlarımız arttıkça, insanın içinde bir yerlerde kendisine yer etmeye, beyninde sinir hücrelerini işgal etmeye başlıyor zamansız bir anda ölüvereceği...Şuursuz diyelim veya bilinçaltı hissediş diyelim, önce ölüm korkusuna sonra da zamanla ölümden kaçma potansiyeline dönüşüyor. Doğada da bu böyledir belgesellerden izlediğim kadarıyla; ölümden kaçmanın ilk adımı tehlikelerden sakınmak olabildiğince uzak durmaktır. Yani risksiz bir hayat.. Riskleri en aza indirgeyen evlerimizde, sahip olduğumuz mal varlıklarında, arabalarımızda, tatil yerlerimizde, lavabolarımızda tuz ruhu ve dezenfektanlarımızla mutlu, sıradan ve aslında sanal bir hayat ortak tercihimiz gibi adeta. Dostluklar internetten, kutlamalar mesajlardan, hal hatırlar cepten. Ben de onlardan biriyim lanet olsun ki gereksiz bir çekingenlik olarak niteliyorum bu durumumu. Çok can sıkıcı. Tabi bunlar sadece buna bağlı değil. Derinlik yoksa risk de yok. Risk yoksa tehlike yok. Tehlike yoksa ölümden uzağızdır. Kazanç olmasa da olur yeter ki kayıp olmasın. Hele de can kaybı...
(Kısım 1)