Arabadan indiğimde hafif yağmur sebebiyle şapkamı kafama örterek onu takip ettim. Yağmurdan hoşlanmadığını biliyordum ve sanki ıslanmak ister gibi ahşap evin önündeki verandanın altına girmeden iki adım gerisinde durdu... Uzun uzun eve baktıktan sonra yavaşça bana döndü gözlerimin içine bakarken dakikalar geçiyordu, ağzından tek bir laf çıkmadı ama gözleri kendini ele veriyordu. Yavaş yavaş gözlerim dolarken onunda gözlerindeki hüznü görebiliyordum. Dakikaların sonunda dudaklarından tek bir soru çıktı. "Çok canın acıdı mı?" bu cümlesiyle dudaklarımdan bir hıçkırık koptu, ağlamaya başlarken sanki beni kaybetmekten korkar gibi kollarının arasına alarak sardı. Bu korku ailesini kaybetmiş küçük bir çocuğun korkusuydu aslında. O küçük çocuğa "Ben buradayım" diye bağırmak istiyordum ama yaptığım tek şey ağlayabilmekti. Yağmur kendini iyice gösterirken gözlerimi onun yüzüne çevirdim, göz göze geldiğimizde her defasında rengini çözemediğim gözlerinden tek damla göz yaşı akmıştı... O göz yaşı her şeyi anlatıyordu aslında... Her şey bitmişti, intikamlar alınmıştı, hikayedeki tek masum ben sığınabileceğim kalbi beni bu hale getiren o adamda bulmuştum.