''Bak ben geldim, nerede hoş geldinim?
Dalgalar suratıma tokat gibi vuruyor, hayrandım bir zamanlar buna ve getirdiği sana.
Hüzünler etrafımda çatısı akmayan bir ev olmuş, kırık tebessümler salon takımı.
Nerede kaldın?
Bıraktığın bu korkulukları kırılıyor tahtının, nerede oturdun da kaldın? Beni bu zindandan kurtaramadın.
Işıklar, fenerler patladı ruhumun dikiş tutmayacak yerlerinde, karanlık kaldım.
Hırçın duvarlar tekmeledi gönlünün verandasına astığım parmaklarım. Hangi sıcak tenlerden kavrulup, kırdın attın?
Anlamadım.
Sen anlaşılır, sen kaçınılmaz bir şanstın.
Ben anlaşılmaz, kaçınılır bir bahttım.
Hayran olduğun tüm hücrelerimi, kalbinin hudutunda bıraktım, kalktım.
Çantam hazır, toparlandım
Koltuğumun altında artık iki kelime kuramadığım defterim, sahibi senin ellerin
Köprücüklerimi kırdım akşam, fotoğrafını duvara asarken.
Ruhumda işler yolunda gitmemiş olsa gerek, çarptın ve düştün
Sol göğsümün üstünde bir ağırlık, seni o cennete gömdüm.
Bu ne? Veda? Ve daha? Ve asla!"
Bu sadece bir veda değil, bir başlangıç. Mayısları sevmenin, eylüllerde gülmenin, temmuzlarda çiçekler ekmenin, motorsikletleri yıkamanın, hız ibrelerinden kaçmanın ve emniyet kemeri takmanın bir başlangıcı. Bu artık beni üzen şeyleri biraz daha az sevmiyorum deme şeklim.
Merhaba, bana geldik. Ve yeniden merhaba, beni yazmaya aşılayan sonra en güzel vedanın zeminini atan o kişi... Biraz da sana konuşmaya yönlendim.
Nice 22'lere...
Duydun mu senden vazgeçtim. Koskoca yıllardan, peşinde koşarken düşüp dizlerimi yaraladığım yollardan, seni bana getirecek umuduyla sevdiğim yellerden... Ve daha bir çok şeyden vazgeçtim. Duydun mu beni? Ben başardım. Parmaklarıma, hayatıma, dizlerime taktığın prangaları kırdım.
Şimdi sen o kalbinle acının cehenneminde yan!
Tüm hakları ayın onunda saklıdır, en çok da o'nunda...