“Sizin hiç babanız öldü mü? Benim bir kere öldü,  kör oldumYıkadılar, aldılar götürdüler Babamdan ummazdım bunu, kör oldum.” Cemal Süreya Beyaz, minik ellerimi büyük avucunun içine hapsetti. Başımı kaldırdım ve ona bakabilmek için gözlerimi, bana yetecek güneş ışığı miktarını bulana kadar kıstım. Fıkır fıkırdı gözlerindeki kahverengi. Soluk renkli dudaklarına inat bana cıvıl cıvıl gülümsedi.Elimdeki dışı parlak, pul kaplı torbalar, pembe balon eteğim, beyaz tişörtüm ve örgü yeleğim, fırfırlı çoraplarımla birlikte gün ışığında parıldayan şeker pembesi ayakkabılarım beni oldukça büyük biri gibi gösteriyordu. Tıpkı şu önümüzden, sivri topuklu ayakkabılarını kaldırım taşına vurarak yürüyen ablalar gibi. Altın sarısı kıvırcık saçlarım omuzlarıma dökülmüştü, tenimle uyum sağlayan beyaz güneş gözlüklerimle en az onlar kadar havalı göründüğümü düşünüyordum.Hava olması gerekenden daha fazla sıcaktı ve yolun karşısındaki arabamıza varabilmek için yaya geçidini kullanmak zorundaydık. Henüz altı yaşında olduğum için - aslında beş buçuk - babam tek başıma karşıya geçmeme izin vermiyordu. Elimi bir anlığına bıraktı ve uzun siyah saçlarını bir lastikle ensesinde tutturup, ceketini çıkarttı. Elimi tekrar tutup büyükçe bir adım attı ve ona yetişebilmek için üç adım attım. Babamın oldukça uzun ve güçlü bacakları vardı. Onunla ne zaman ebelemece oynasak, hep o kazanırdı. Ben oyunun ilk saniyelerinde ona yenilirdim. Kollarıyla beni belimden kavrar ve başının üstünde yükseltirdi.All Rights Reserved
1 part