Düşler, ayağına çelme takan çukurlar, düşüşler...
Yokuşları koşarak çıktığına sevineceksin ama küçük bir çukurda tökezlediğinde ne yapacağını şaşıracaksın. Korkacaksın, zelzeleler olacak. Ayağa kalkacaksın, taş üstünde taş kalmayacak. Yaralanacaksın, bir yara bandı yapıştırıp saracaksın yaranı; kabuk bağlayacak yaran. Ama sen hiçbir zaman unutamayacaksın yaralarının sahibini, yaralarına sebep olanı; gecene gölge, uykuna kabus olanı unutamayacaksın. Sarıp sarmalamak istediğini düşlerinde yaşatmak zorunda kalışını silemeyeceksin kara defterinden. Düş çukurlarında yitip gidecek göz yaşların ve öfken. Sevginden acıyacak, merhametinden kanayacaksın. Tanrı biliyor ya, fark edeceksin ama geç olacak. Çünkü bazen, bazı şeyler için geç olur. Ve bu savaş prenses, senin düşman askere değil kendine esir düştüğün bir savaş.
Düşmanı ise esir ettin yıllar boyu düşlerine. Ve en sonunda o geldi. Gittiği yolları ardı ardına attığı adımlarıyla geri dönüp senin kapında soluklandı. Pencerelerde beklediğin, kapında yaşamak için bir bardak su istedi senden. Merhametinle çelişen öfken... Gururun ve hükümlerinin zıtlığı... Bu hikaye hiçbir zaman iki aşığın hikayesi olmayacak. Bu hikaye sonuna dek kendiyle savaşan iki öfkeli çocuğun birbirinde hissettiği şefkate sığınacak. Koynuna aldığı aşığı değil, sarıldığı anne sıcaklığı olacak; babasından mahrum kaldığı güveni olacak.
Bu hikaye bir aşk hikayesinden çok evlerine çatı inşa etmeye çalışan iki beceriksizin işi olacak.
Daima kanayacaklar ve yara bandı sadece birbirlerinin ceplerinde olacak.