''Meclis bizim için ölüm cezası çıkartmış. Bizi bulup öldürene para vereceklermiş." dedi endişeli gözlerle. Siyah biçimli ve uzun tırnaklarımı şarabımın dolu olduğu kadehin çevresinde gezdirmeye başladım. "Onların dünyasında değilken, bizi nasıl bulup öldürecekler ki?" dedim sırıtarak. "Lisa, teknoloji çağındayız. Onların içlerinde ne yaptıklarını, ne icat ettiklerini ve asıl planlarını bilmiyoruz. Onları önümüzde beklerken arkamızdan bıçak saplamamalılar." İçime derin bir nefes çekip bıraktım. İçkimden bir yudum daha aldım. "Bambam, ben iblislerin annesiyim, sen ise babası. Faniler ya da aşağı dünyalılar bizi asla yenemez. İçimizde sonsuz güç var." Ayağa kalkarak elimdeki kadehi masanın üzerine koydum. Açık kapıdan balkona ulaştığımda, ellerimi trabzanlara sıkı sıkı sardım. Saçlarım rüzgarda uçuşurken alt dudağımı dişlerim arasına aldım ve gülümsedim. "Faniler vampirlerin ısırığından korkar, biz ise onların dişlerini sökeriz. Aradaki farkı anladın mı kardeşim?" Bıraktığım kadehim dudaklarının arasındayken gülümsedi. "Bir şeyleri farketmemi sağlıyorsun. Seni seviyorum." "Ne yapmamız gerektiğini biliyorum. Meclis'in en çok fikirlerini göz önünde bulundurduğu üye, Jeon Jaehyun. Oğlu," Lafımı tamamlamadan, planımı anlamış gibi konuştu. "Jeon Jungkook." "Sanırım bir süreliğine, papatyaları öpüp koklayan bir kadın olacağım." Dolunay'ı gök yüzünde gördüğümde gözlerim kızıllaştı. "Şimdi, bizi imha edebilecek aptal varlıklarla biraz eğlenme zamanı," kafamı geriye çevirerek saçlarımı savurdum. "Geliyor musun?" diye mırıldandım. "Kaçırır mıyım?" Asla. Gülümsedim. Kendimi trabzanlardan aşağıya bıraktığımda ve özüme döndüğümde, ten yakacak sıcaklıktaki derimi hissederek kanatlarımı çırpmaya başladım.