Gözlerimi 4 kez ağır ağır kırpacak zaman verdim kendime. Kısacık, insanların tabiriyle erkek gibi kesilmiş, iki yanı kazınmış, mor saçlarım ıslandıkça kapüşonun içinden kurtulup alnıma düşmeye başlamıştı. Elim septum piercingime gitti ve alışkanlıkla burnumun ucuyla beraber onuda 1 kez geri ittim. Ağlamıyor olmama rağmen burnumu çekiş sesim sessizliği bölmüştü. Telefonu cebime geri koyarken yavaşça kafamı kaldırıp etrafında kimsenin kalmadığı mezara baktım. Komikti. Birkaç gün önce bu mezar taşını ben yaptırmıştım. Üstünde sadece bir isim, bir formalite soy isim, ha birde ölüm tarihi vardı. Doğum tarihi, yoktu. Hatırlanmasını istediğim birşeyde değildi zaten. Koyu renkli bir mermerdi. Beyazdı ama kirliydi sanki. Üzerine yanlışlıkla siyah boya dökülmüş gibiydi. 1 saat kadar önce aslında kısmen kalabalıktı burası. İnsanlar vardı, izleyen, toprak atan, mezar taşına dokunan. Ama hayır. Ağlayan yoktu. Çiçek yoktu. Bir avuç toprak alan yoktu. Mezar taşını okşayan yoktu. Çünkü cenazem için gelmemişlerdi. Öldüğümden emin olmak için gelmişlerdi. Hiç kimse birbirine rol yapma gereği bile duymamıştı. Duygusuz bakışlar her yerdeydi. İmam yoktu, dua yoktu, kefen bile yoktu. Ağır bir tabut, açılan hazır bir mezara bırakılmış, üzerine örtecek kadar toprak atılmış ve benden kurtulunmuştu. Ya da, belkide başaramamışlardı. Başaramamışlardı, öyle değil mi?
11 parts