Ve Tanrı tek bir ölüm sunmuştu kadına ama bu ölümü en sona bırakmıştı. Kadın her yaşadığı acıyla binlerce kez öldüğünü hissetse de hiçbiri ölüm değildi, sadece bir oyundan ibaretti.
Hayatı, yaşadıkları sadece yanlış bir seçimdi. Seçimler kadını buralara getirdi, önüne binlerce yol serdi. Yaraladı, öldürdü ve tekrar diriltti. Çünkü
öldürmeyen Tanrı öldürmezdi. Yaşatıyordu
kadını mahkemede de söylemişti ona, 'senin ilacın
yaşamda saklı' demişti. 'Bu yüzden sana ilacın için
yaşam veriyorum' deyip ölümünü geri çevirmiş,
erteletmişti. Herkes şaşırmıştı bu duruma ama
olması gereken buydu. Kadının baştan itibaren her
şeyi öğrenmesi için yazılan kader buydu.
Bu kesinlikle kadın ve adamın hikayesi değildi,
bu kadının hikayesiydi. Adamın ilaç olabileceği bir kadının hikayesi. Yan etkili bir ilaç... Kadının aldığı her ilaçta yaralanıp iyileşeceği ama içten içe yeniden yaralanacağı bir ilaçtı bu. Ve kadının vücuduna baktığımızda ilaç işe yarıyordu ama bir yere kadar. Sonrasını ne ilaç onarabilirdi ne de kadın. Onara bilene helal olsun denirdi.
Çünkü beyazın üzerindeki kırmızılıklar ve iplikler sonsuza kadar kalacak ve iplikler yeri geldiğinde son derece sıkı bağlansa da sökülüp kırmızıyı kan gölüne dönüştürecekti. Dönüşen bu kan gölünde çıkış olmayacaktı. Ne satranç kurtarabilecekti bu oyunun sonunu ne de ilaç onarabilecekti oluk oluk akan kanı.
Sadece okuyucular karmaşıklığı düzene sokacak ve hikayenin sonuna kadar dayanması için kadına güç dileyeceklerdi.
"Evdeki hizmetçiler neyse sende o sun"
zorundalıkda olsa ben onun karısıydım.
"Bekaretini bozduktan sonra sana asla elimi bile sürmeyeceğim şu karşıdaki koltukda yatıp kalkacaksın asla yakınıma gelmeyeceksin!" dedi kalın sesiyle.
Ben bir ömür bu adamla nasıl evli kalacaktım.