Defne sekiz yaşına kadar organize suç örgütünün elindeki çocuklardan sadece biriydi. Zorla mendil sattırılan, dilendirilen, para getirmezse aç bırakılan, dövülen kimsesiz çocuklardan... Ama onu diğerlerinden farklı kılan bir yeteneği vardı: Hırsızlık sanatının hakim olduğu inceliklerini, sevimli kız çocuğu görüntüsünün altına gizlemekte çok iyiydi. Üçkağıtçılık, tırnakçılık, tantanacılık, yankesicilik... Elinden her iş gelirdi.
"Şeytan tüyü var onda." diyordu Dündar Baba. "İnsanın kanına nasıl gireceğini iyi biliyor." Yeraltının meşhur baronu 'Dündar Ademoğlu' tarafından keşfedilmesi de yine böyle günlerden birindeydi. Dündar Baba onu evine aldı, büyüttü, okuttu, bir gün sadık bir eleman olarak kendine hizmet ettirebilmek için... İşi öğretti, insanları yönetmeyi öğretti.
Kötülüğün mürekkebinin zemheride üzerine düştüğü kar tanesini yakan zehir olduğunu gösterdi. Derin sularda boğulmadan karanlıkla dans etmeye eğitti
O ve kardeşlerinin yaptığı işler yer altında duyulmaya başlamıştı bile. Baba'nın ayağına dolanan birisi varsa paketle gitsin! Sinsi bir plan kur, muhakkak bir pisliği çıkar zaten ortaya. Bir de hafiften kadın düşkünüyse, fazla zeki değilse oldu bu iş! "Sen sadece ağına düşür Defne, gerisiyle Dündar Baba ilgilenecek."
Alkın Karaca ise Defne'nin önüne atılan o avlardan sadece biriydi. Düşmandı her şeyin başında. Belki hırsız ya da katildi? Neyse neydi, halledilebilir biriydi sonuçta. Ama işlerin bu kadar ters gidebileceğini kimse düşünmemişti.
Ve şimdi her şeyin sonunda -ya da belki başında?- sinir bozucu bir biçimde kelepçelenmişken o sandalyeye, bir dosya bırakıldı önüne.
"İşte, sözünü verdiğim anlaşma burada." dedi Alkın. "Benim için çalışman karşılığında, sana gerçek ailenle uzaklarda bir hayat vadediyorum."
Bir isim dikkatini çekti sonra.
Sarp Beyzirce.