Ölüm nedir? Dönüşü olmayan bir yolculuk. Peki ya aşk nedir? Gençliğimi mahveden duygu. Ben, onun gözlerine baktığımda dönüşü olmayan bir yolculuğun içine girdim, gençliğimi hatta hayatımı mahvettiğimin farkında bile olmadan. Usul usul, benden bağımsız büyüdü hislerim.
O ise her şeyin farkındaydı, yine benim haberim yoktu. Ona olan sevgimin yalan olduğunu anlamıştı. Evet, doğruydu. Ama sonrasında gerçek olacağını bilseydim, kendimi böyle bir yalanın içine atar mıydım? O aklını dinledi, keşke ben de aynısını yapabilseydim. Bu kadar acı çekmezdim.
Şimdi bir uçurumun kenarındayım. Ya kalbimi dinleyip atlayacağım, ya da aklımı dinleyip yoluma bakacağım. Bir adım daha attım, ölüme biraz daha yaklaştım. Kafamı kaldırıp gökyüzünde parlayan yıldızlara son kez baktım. Benim gözlerim de eskiden onlar gibi parlıyordu, şimdi ise gölgeler vardı. ''Ne yazık... Gözlerim parlardı zifiri karanlıkta, şimdi beni göremezsin gün ışığında...'' Rüzgar yüzüme vuruyordu, aklımdan geçen şarkıyı mırıldanırken gözümden bir damla yaş süzüldü. Elimin tersiyle sildim, bakışlarımı gökyüzünden çektim ve aşağı bakmaya başladım.
Deniz dalgalıydı. Dalgalar kayalıklara çarpıyordu. Bir adım daha attım. Deniz resmen kendine çekiyordu beni. Gözlerimi kapadım, kollarımı açıp yüzüme vuran rüzgarı karşıladım. Tam atlayacakken birisi beni kendine doğru çekti, güvenli alanına. Gözlerimi açmaya korktum. Beni sıkı sıkı tuttu, bir şeyler söylerken tek hissettiğim kokusuydu. Onun kokusu. Kulağıma eğilip fısıldadı: ''Benden o kadar kolay gidemezsin.''
Nefes almayı unuttum.
Yağmur yağıyor, her yeri sel alıyordu. Sokaktaki insanlar ıslanmamak için oradan oraya koşuyor, trafik arabalar sayesinde tıkanıyordu. Şemsiyesi olan insanlar rahat bir şekilde yolda yürüyordu. Şemsiyesi olmayanlar ise şanssızdı. Yağmurdan ıslanmamak için korunacak yer arıyorlardı.
Şemsiyesi olmayan, elinde kalın hukuk kitapları, üzerindeki deri ceketi ile rahatça yürüyordu İzem. Acelesi yoktu. Islanmayı seven biriydi. Küçükken babası onu sokağa attığında yağmurun altında kendi kendine eğlenir, biriken suların üzerine zıplardı.
Uzun kahverengi saçları ıslanıp birbirine karışmıştı. Elindeki hukuk kitapları çantasına sığmadığı için elinde sımsıkı tutuyor, ıslanmamaları için boynundaki kahverengi atkıyı kitaplarına siper ediyordu.
İzem Karasu.
Üniversite son sınıf öğrencisiydi kendisi. Yirmi üç yaşında, geleceğinin hayallerini kuran ve başarılı bir savcı olmayı hedefleyen bir hukuk öğrencisiydi. Son yılının bitmesine ve mezun olmasına sadece aylar kalmıştı.
Metro durağına inen yürüyen merdivenleri görene kadar normal hızda yürümeye devam etti. Yürüyen merdivenler gözüne çarpar çarpmaz adımlarını hızlandırdı.
İzem dışarıdan çok sert görünürdü. Bakışları her zaman insanlara nefretle bakardı. Oysaki sıcakkanlı biriydi. Sevdiklerine karşı çocuksu olurdu. Merhametli ve sevecendi. Soğuk olduğu insanlara acımazdı.
Metro durağına geldiğinde metro gelmişti bile. İnsanlar birbirlerini ittirerek metroya ulaşamaya çalışıyordu. Sanki birbirlerini itmeseler metroya binemeyecek gibi bir halleri vardı.
.....