''Bazıları şanslı doğar, bazıları şanslı yaşar, bazılarıysa şanslı ölürler.''
Adımızı seçemeyiz, doğacağımız şehri, annemizi, babamızı, seveceğimiz insanları...Bize sunulan hayatı yaşamak zorundayız. Altın bir tepside mi, bir bok çuvalında mı ,ya da alevlerin içinde mi sunulduğuna bakmaksızın yaşamak zorunda...
Ama bir yerden sonra hayata nereden başladığımızın hiçbir önemi kalmaz. önemli olan onu nasıl devam ettirdiğimiz oluverir.
Eylül Demirsan oldukça varlıklı bir ailenin tek varisi olarak İngiltere'de açtı hayata gözlerini.18 yaşına kadar annesinin masum kızı, babasının ise gurur kaynağıydı. Ama bir sorun vardı: Kalbi bomboş bırakılmış ve anne babası tarafından dünyanın en güzel sevgisinden mahrum bırakılmış bir kızdı o. Ve kalbini hırsla, öfkeyle, bencillikle doldurdu. Hayatını mükemmel bir film gibi tasarlamış ustalıkla da oynuyordu.
Ama atılan yanlış bir adım, verilen yanlış kararlar ve aşk her şeyi mahvetmek için yeterliydi.
Çareyi bu zavallı hayatını sonlandırmak da bulan Eylül başarısız olunca işler daha da karışır ve babası tarafından İstanbul'a dedesinin yanına yollanmaya karar verilir.
İstanbul  yabancı bir şehirdir oraya alışması hayata sımsıkı tutunması gereken Eylül kalbini daha karartır ve artık tamamen mutsuzdur.
Onu tekrar mutlu edebilecek hayatı ve kendini sevmeyi ona öğretecek olan kişiyi bulmasıysa çok uzun sürmeyecektir.
Konu:
Bir hemşire işine yine her zamanki gibi geç kalır ve patronu onu işten kovar, hemşirenin Nehir diye bir arkadaşı vardır ve ona iş ilanı verebileceğini söyler. Hemşire eve geri döndüğünde akşama kadar iş arar fakat bulamaz, bu yüzden de arkadaşı Nehirin dediği gibi iş ilanı verir...
İşte her şey o ilana cevap geldikten sonra başlar.