Gece, gökyüzüne doğru kilometrelerce uzanan, göz kamaştırıcı parlak renkler ile aydınlanıyordu. Havada birbirine kavuşarak birleşen ışık hüzmelerinin altındaki bölge de yüzlerce, belki binlerce insan, hayatlarını kaybetmemek için mücadele veriyordu. Her an etraftan duyulan acı dolu çığlık sesleri ve öfkeli haykırışlar, savaşın tüm uğursuzluğunu bölgeye yansıtıyordu. Kanla ıslanan toprak, üzerinde gerçekleşen yoğun mücadele sebebiyle çatlaklarla doluydu. Her an birileri varoluştan silinirken, yerlerini onlarcası dolduruyordu. Tüm bu hengamenin içinde kilometrelerce uzaktan gelen, kararsız renkteki ışık dalgaları, tüm bu çığlıkları yok sayarak şok dalgarına dönüşüyordu. Bu dalgaların hedefi olan insanlar, anında yokoluşa sürüklenerek hiçliğe karışıyordu. Tüm savaş alanına kabus gibi çöken bu şok dalgaları, yüzlerce insanı ölümün kirli pençelerine çekmişti. Tüm bu bölgenin kenarlarında, tüm bedeni yapış yapış kan ile kaplanmış olan genç bir adam vardı. Üzerine doğru gelen saldırıları, gerek silahıyla, gerekse ellerinden fışkıran gece koyusu ateşleriyle engelliyordu. Yüzünde görünen tek yerleri gözleriydi. Saçları bile kanın kızıllığı ile boyanmıştı. Üzerine doğru gelen, sanki güneşi geceye taşımış gibi gözüken bir küreyi, elinde tuttuğu asası ile karşıladı. Silahına temas eden kudretli büyü, bir ayağını geriye doğru atmasına sebep oldu. Zorda olsa onu gökyüzüne doğru gönderdiğinde, arkasında hissettiği ölümün tehlikeli fısıltısı, bir anda o tarafa dönmesine neden olmuştu. Üzerine doğru gelen, içinde sürekli olarak deveran eden ateş enerjisi bulunduran iki metre uzunluğunda bir mızrak vardı. Elini kaldırdığında, bir an da avuçlarının arasından sızan gökyüzü mavisi renkli ışık hüzmeleri, tam elinin ortasına gelen büyüyü kavramasına olanak sağlamıştı.