Gözlerimi açmadan önce tek bir şeyi diledim. Huzuru... Sonsuz huzuru. Biliyordum ki bunun tek yolu karanlığın dibini bulmaktı. Ama ben zaten karanlığın dibinde değil miydim? Hayır değildim. Ben cehennemi yaşıyordum. Karanlık bana çok uzaktı. Bir an önce karanlığa ulaşmalıydım. Hayır olamaz! Bu bencillikti. Ben hiç bir zaman bencil biri olmadım. Benim karanlığa ulaşmam küçük kardeşimi ve sağır, dilsiz zavallı annemi acının en derinini yaşattırırdı. Küçükken, o geceleri uykularımdan çığlık çığlığa uyanmama sebep kabuslarımdan önce, annemin sağlığının yerinde olduğu zamanlar annem bana öldükten sonra çok güzel bir hayatımızın olacağını söylerdi. Bunu için sadece iyi birer insan ve inançlı biri olmamız gerektiğini söylerdi. Hayatım boyunca buna inandım. İyi ve inançlı bir insan oldum ama şimdi cenneti tadacağımı düşünmüyorum. Çünkü artık masum değildim. Çünkü artık temiz değildim. Kendimi balçığa batmış gibi hissediyordum. Talya daha 18 yaşındaydı. Üniversite sınavlarına hazırlanıyordu. Tek isteği hukuk bölümünü kazanıp, herkesin saygı duyduğu, başarılı bir avukat olmaktı. Başından o kadar kötü olaylar geçmişti ki... Yine de hiçbir zaman kötüyü tanımamıştı. Hep iyiliği arkadaş edinmişti. O saf, temiz, güler yüzlü, yardımsever Talya'ydı. Her insan yüzüne baktı mı içlerinden "Aynı adı gibi. Yüzü resmen baharı müjdeliyor." diye geçirirdi. Bilemezdi ki bir gecede tüm bunların değişeceğini. Bilemezdi ki o iyilikle dolu kalbinin kaybolup gideceğini ve yine bilemezdi ki cehennemin içinde karanlığı dilerken ona uzatılan yardım elinin onu daha çok dibe çekeceğini.