bir dilek hakkım olsaydı...
dudaklarım boynuna düştü, sana çekildim, tenini ve tenindeki kokunu öpmek için büyük bir özlem içindeydim. yıllar önce özgür irademizle imza attığımız belge bile yeterli değildi artık, sana dokunabilmem için tanrı katından bir müsaade gerekliydi. anlayamıyordum. senelerdir.
tenim tenine değiyorken derin bir nefes almış, sanki boktan bir yangının içinde onca zamandır kavrulan ben değilmişim gibi göğsüme inen ferahlığı yadırgamamıştım. nefret ağır bir duyguydu, ağır olduğu kadar güçlüydü de. yiterdi insan, küle dönerdi; yani geri dönüşünüz olmazdı. sana beslediğim nefreti başka bedenlerin yanında utanmadan haykırıyorken böyle hissettirmiyordu? orada, dünyada benden daha çok nefret besleyen insan olamazdı ama ya burada? ya tam omuzlarının kıvrıldığı yerde? burada da o nefret dolu insan mıydım, sahiden de senden delice nefret ediyor muydum ben?
ne kadar canım yanmışsa da önemi yok, dilerdim ki...
omzuna dek öptüm. boynundan ayrılmak istemiyordum, burada upuzun bir ömür yaşayabilirdim.
derken zil çaldı. ve o kusursuz tablonun her bir parçası aslında bir yapbozun parçaları gibi birer birer düşmeye başladı gözümün önünde. parmaklarım bedeninden ayrılıyorken tadım kaçmıştı çoktan. kapıya yürüyene kadar buz kesmiştim, seninle ısındığımı evliliğimizin ilk gecesi dudaklarına fısıldamıştım. hatırlamazdın şimdi.
göz alıcı salonumuzun abajurları söndü önce, ardından estetik avizeleri ışıdı. ardından birkaç parça daha yapboz parçası düştü. plak sustu, kapıda en sevdiklerinden park jimin'i karşıladım. benimle iletişimin buraya kadarmış gibi yanımdan geçip gittin, jimin'i yanımdan aldın ve artık sana bir yabancıydım.
dilerdim ki ikimiz, tek bir beden olalım.*
"Gel seninle bir kez daha ağlayalım. Yaşanmışlara, yaşanmamışlara, bir de hiç yaşanmayacaklara."
Oğuz Atay
(Gerçek kişilerin isimlerinden ve mesleklerinden esinlenerek yazılmış bu hikaye, tamamen hayal ürünüdür.)