Ben Alâ.
Alâ Karakurt. Alacalı değil, simsiyah Alâ. Otuz bir yaşında, Özel Kuvvetler mensubu bir Türk subayıyım. Hayat bana öylesine acımasızca davranmıştı ki daha doğar doğmaz ebeveynlerim tarafından üzerimde incecik bir battaniyeyle ve yanıma konulmuş küçük bir kâğıt parçasında yazan üç harflik ismimle yaşamaya çalışmıştım. Ailem olmayınca ben de bu vatanın her bir ferdini ailem bildim ve on yedi yaşımda tanıştığım kahramanım sayesinde asker olmaya karar verdim. Yıllar süren eğitimlerden ve birçok zorlu görevden sonra gerçekten ailem olduklarını hissettiğim insanlarla, kardeşlerimle tanıştım ve tam iki yıl önce onları kaybettim.
Burada Ateş'im. Alâ olmayalı o kadar uzun zaman oldu ki, insan olmayı unuttum. Burada yaptığım tek şey ölene kadar öldürmek. Kimi zaman terör yuvalarına sızıp oraları dağıtırım, kimi zaman ise destek gereken timlere desteğe giderim. Hem teröristler arasında hem de askerler arasında namım duyulmuştu ama bu durum beni sevindirmiyordu. Ben efsaneleşmek istememiştim. Yalnızca içimdeki yangını söndüremeyeceğimi anladığımda Ateş olup, yandığımdan çok yakmak istemiştim. Ne ismim bilinirdi, ne yaşım, ne de rütbem. Hakkımda bilinen tek şey Ateş olduğumdu.
Bir kaldırımın köşesinde buldum hayalimi.
Gözlerimi kapattım, bıraktım avucuna kalbimi.
Dedi ki, sonuna kadar tutacak mısın elimi?
İçimden cevapladım, birlikte tırmanacağız tüm merdivenleri.
Mumlar üfledim, dilekler diledim.
Kayan her yıldızda adını sayıkladı dilim.
Ve o bana doğru tek bir adım geldiğinde
Ben hiç gitmesin diye bütün yolları denedim.
🏀
"Doruk?" dedim heyecanla. Bakışları yüzümde oyalanmaya devam ettikçe duramadım yerimde. Bir şey söyleyecekti. Bir şey söylemek için buradaydı. "Kaptın mı formayı?"
"Feza," dedi ve seri adımlarla ona doğru ilerlediğim sırada o da birkaç adım yaklaştı bana. Sadece ismimi söylemişti ama heyecanını yansıtması için bu yeterliydi. Devam etmesini beklerken kalbim yerinden çıkacak gibiydi. "Kaptık formayı."