Elindeki ipe baktı. Sımsıkı tuttuğu, tenini keserek kanatan ve koyu kırmızı renge bürünen ipe. Hayata tutunduğu o incecik sicimi ellerine dolamıştı. İp ellerini kemiklerine kadar kesmişti, acı artık tarif edemeyeceği kadar fazlaydı ancak tutmaya devam etmesi için en az ip kadar sağlam gerekçeleri vardı. Yine de zaman zaman hayatı bırakıp ölümün daha kolay olacağını düşündüğü anlar oluyordu.
Cemre Çetinkor, soyadını taşıyordu. Yanmıştı, kor olana kadar alevlerin içinde kalmıştı ancak öylesine dirayetliydi ki henüz yok olmamıştı. Biriktirdiği dayanılmaz sıcaklığı artık yakmak için kullanabilirdi.
"Artık çelişki yoktu. Artık birinin gelip benim acılarımı yok etmesini beklemek, önüme çıkan her engeli sırtlanmak, kötülüklerden saklanmak yoktu. Acının bedenimi ele geçirmesine izin verirken, kini, nefreti, öfkeyi bir kenara atmak yoktu. İyi olmaya çalışırken kaybeden tarafa evrilmeye katlanmak da yoktu. Hayat bana başka seçenek bırakmamıştı."
"Alçin..." İsmimi nerden biliyordu bu kız? "İkizim, sen mi geldin? Göremiyorum, görmem gerekmez mi? Beni yanına almaya geldiğinde bile bana gözükmeyecek misin?" Bu kız neyden bahsediyor? "Annemde yanında mı? Bazen göremiyorum, sizin öldüğünüz günden beri oluyor. Beni bu adamlardan korumak için beni almaya mı geldin?" Bir kaç saniye gözlerim onda oyalandı. Ala'nın sesi bizi kendimize getirdi. "Alin hanım, biz Türk askeriyiz. Bir yaranız var mı? Gözlerinize mi zarar verdiler?" Ala'nın sorularını eş geçti kız. "Alçin burada değil mi? Ölmedim mi? Nasıl olabilir ki, kokusunu aldığıma eminim!"
...