''Seni daha kaç kez kaybedeceğim! Kaç kez yara alacağım, kaç kez sensizlikle savaşacağım ben İnci!'' Öyle haklıydı ki söylediklerinde, yüzümü yere eğmekten başka bir şey yapamadım. Ne söylesem ya eksik, ya da az kalırdı. Aramızda yarım kalan her şey gibi, bundan cümlelerim de nasibini almıştı. Bu öfke şiddetinin altında yatan çaresizliği biliyordum; karşısında elbette susacaktım.
''Eğme güzel yüzünü İnci... Ben gözlerine bakmak için kaç savaş verdim bilemezsin... Mahrum bırakma kendini...'' Söylediklerinin ardından kalbim bir komutan gibi bedenime komut verdiğinde, çaresiz ayaklarımı Feza'ya doğru sürükledim. Tam önünde durduğumda, sanki hemen gitmesi gereken ben değilmişim gibi; gözlerimi yavaşça kaldırıp, kara gözlerine sabitledim.
Sanki içimde yanan bir top vardı da, ona bakınca sağa sola çarpıyordu. Kalbimin alev almasına başka anlam yükleyemedim.
''Şimdi sana bekle desem... Bunca yaşanılana rağmen üstelik... Haksızlık etmiş olurum değil mi? Ama ben ilk defa haksızlık yapmak istiyorum Feza, ilk defa bencil olmak istiyorum. Beni bekler misin?'' Dudağı ile yanağı arasındaki o küçük kıyıya tüy kadar hafif bir öpücük bahşettim. Bu benim dilimde, ''Sana gelmek için tüm yolları deneyeceğim, söz.'' demekti.
Afallamasını fırsat bilip, helikoptere adımladığımda; arkamda yarım bir adam bırakmanın yükü çoktan yüklenmişti omuzlarıma.
''Sana döneceğim Feza.'' dedim içimden. ''Ya ayaklarımla, ya tabutumla...''
"Alçin..." İsmimi nerden biliyordu bu kız? "İkizim, sen mi geldin? Göremiyorum, görmem gerekmez mi? Beni yanına almaya geldiğinde bile bana gözükmeyecek misin?" Bu kız neyden bahsediyor? "Annemde yanında mı? Bazen göremiyorum, sizin öldüğünüz günden beri oluyor. Beni bu adamlardan korumak için beni almaya mı geldin?" Bir kaç saniye gözlerim onda oyalandı. Ala'nın sesi bizi kendimize getirdi. "Alin hanım, biz Türk askeriyiz. Bir yaranız var mı? Gözlerinize mi zarar verdiler?" Ala'nın sorularını eş geçti kız. "Alçin burada değil mi? Ölmedim mi? Nasıl olabilir ki, kokusunu aldığıma eminim!"
...