Bizi sıcacık gülümsemesiyle selamlayan kadında takılı kaldım. Yıllar geçmiş lakin o hiç değişmemişti. Sanki zamanın geçersiz olduğu yerlerde konaklamış gibiydi. Gülüşü, bakışı, yakışı, sigara içerken çatılan ince kavisli kaşları bile aynıydı. Zerre fark bulamamıştım.
Teninin beyazına meydan okuyan zifiri küt saçları ve kalbinin yansıması olan ışıldayan bi çift koyu kahve. Alkolün tadını bilmem ama derler ya "şarap gibi kadın". Ona baktıkça sarhoş oluyordum, içmeden sarhoş olmak günah mıydı? Günah olsa bile uğruna yanmaya değmez miydi?
Sanki, sanki uzaya çıkmıştım. Teni geceyi aydınlatan Dolunay, saçları geceye karanlık katan uzay, yıldızlar ise parıltılarıydı. Peki o halde güneş nerdeydi? Evet o Güneş'siz ışık saçabilen bir Ay'dı.
Tenin almış beyazlığını Ay'dan, saçlarının rengi geceden. Ufuk BEYDEMİR onu görüp bu şarkıyı söylemiş olmalıydı. İlham kaynağı gibi baktıkça can damarlarından yeteneklerini ortaya çıkartıyordu insanın.
Ve o şuan parmaklarını gözlerimin önünde şıklatıp beni kendime getirmeye çalışıyor, sanki sarhoş eden kendisi değilmiş gibi... "Can nereye daldın yine iyimisin?" Bide soruyor suçsuz gibi, kime olacak sana daldım be kadın. Neyse ki sen bu düşüncelerimden bi habersin...
Şehvet ve tutku için aşık olmak mı gerekliydi?Atlas Kuzey bekarlığa veda partisinde hiç sevmediği bir kadına dokunarak aslında şehvet ve tutku için sadece aşkın değil nefretin de yeterli olduğunu öğrenicekti.
Seçil Sezgin'le şehvet , tutku ve nefretin içiçe olduğu bir hayata istemeden de olsa ad ım atıcak , bağımlısı olucaktı.