Huvar.
Ölüm meleğine pazarlanmış bir ruhtan kopan çığlık gecenin eteklerine dolandı, gün ışığıyla kıyıya vurdu. Geçmiş kesilen damardan sızan kan gibi sızıp kalanların ruhunu kirletti. Bir sızı kentin kana doymayan topraklarını inletti.
Bir kadın öldü. Alışkındı bu topraklar, ilk gün üzüldüler sonra unuttular. Bir kadın daha öldü. Bir tane daha, bir tane daha... Cinayetler kara bulut gibi çöktü kentin üstüne.
Aranan katildi ama sırlar çıktı gölün yüzeyine. Ayağın ona takıldı, dizlerini ise geçmiş parçaladı. Yüksek çıksın sesin, aksi halde duymayacaklar seni.
Hayatta kalmak zorunda olduğunu öğrettiler, nasıl kalacağını değil. Seni duymazdan gelmelerine izin verme dediler, boğazın kanasa da bağırmadan seni duymayacaklar değil. Vazgeçmen gerekenler olacağından bahsedenler, evet bahsetmediler insanlığından. Küçük yaşının omuzlarına binen ölümler sırtındaki kambur, altına cehennem serili ip yolun. Dikenli telin üzerinde cambazlık yapmak zorunda bırakıldığın hayata seni bağlayan yalnızca boynuna annenin doladığı yıpranmış mavi ip. O ip bugün koptu.
Sen öldün ve ben bir başıma kaldım bu cehennemde, sesim çıkmaz ki benim çıksa da duymazlar zaten.
Bundan sonra ne olacak?
Çok istediği bölümü kazanmak için çok çalışmış ve sınav sonucunun açıklanmasını büyük bir sabırsızlıkla bekleyen genç bir kız.
O çok beklediği sonucun açıklanacağı günün gecesi, sadece eğitim hayatını değil, tüm yaşamını etkileyecek olaydan bihaberdi.
⏳
"Ben seni tanımıyorum," dedim, soğukça.
"Tanıyacaksın," dedi, sakince. Konuşma tarzında beni rahatsız eden bir şey vardı. "Daha çok zamanımız var."