Durdu. Sokak lambasının aydınlattığı yüzü bana döndü. Bakışları acımasızdı. Ama gözlerinin altındaki ruhu, ruhumla yan yana olmak için can atıyordu. "Neden buradasın?" Bu cümle benim ona ilk zamanlarda sorduğum cümleyi hatırlattı, acıyla gülümsedim. "Sen neden burada değilsin?" Bu cümlenin anlamını biliyordu. Yutkunduğunu boğazındaki yumrudan anladım. "Ben hep buradaydım,ma beauté. Burada olmayan sendin." Daha fazla dayanamayacağımı anladığımda arkamı döndüm. Kokusunun bana yaklaşması, onun da bana yaklaştığını hissettiriyor, bildiriyordu. Bu yutkunma güdüsü oluşturdu bende. Kolları belime dolandı. "Ma beaute," dedi şiir gibi sesiyle. "Keşke, sen de hep burada olsaydın." Şakaklarım bana düşman kesilmiş, düşünmeyi unutmuşlardı. Cebimdeki kolyeyi çıkardım, titreyen ellerimle. Kolyeyi gördü, elimden aldı ve saçlarımı omzunda birleştirip, kolyeyi taktı. "Ruhun daha fazla kötülüğe batmasın," dedi ama bunun mümkün olmadığının kendisi de farkındaydı. Titreyen ellerimi tuttu, parmaklarını sol bileğimden nabzıma bastırdı. "Seni hâlâ hissedebiliyorum." O sırada sokağın sonundan bir silah sesi duyuldu. Benden ayrıldı ve fısıldadı. "Artık büyü bozuldu, şimdi tutacak mısın elimden?" Titreyen ellerimle uzun parmaklı ellerini tuttum. Sokağın diğer tarafına doğru koşmaya başladığımızda uzun bacaklarının hızına yetişmek benim için oldukça zordu. O sırada arkamızdan bir ses daha duyuldu. Bir silah sesi. Ölümün soğuk namlusunun başıma yaslanmak üzere olduğunu hissettiğim sırada başka bir sokağa girdik. Buradayım, diyordu ölüm. Buradayım gittiğimi mi sandın, diyordu gülümseyerek. Elimi sıktığında aynı namlunun onun da başına yaslandığını hissettim. Ve bu, kendi başıma yaslanan namludan daha çok acıttı canımı.