"Tokatla şu kaltağı!"
"Yüzünü parçala Sinem onun!"
"Kesin sesinizi! Bu ezik fahişeye neler yapacağım bir bilseniz! Önce ona Mert'e bakmak neymiş bir güzel öğreteceğim! O benim, sürtük!"
Neler olduğunu anlayamadan toprakta tekmeleniyordum. Islak çim tüm okul kıyafetlerimi ıslatmıştı. Bulanık yüzler bir görünüp bir kayboluyor, tehditvâri sesler zevk dolu kahkahalara karışıyordu.
Ayağa kalkmaya çalışmadım. Bunun yerine yüzüme düşen yağmur damlalarını düşledim.
Yağmur gözyaşlarımı dinledi.
Ben yağmuru bekledim.
Yağmurda uçabilen tek kelebek, acılarıyla kararan, siyah kelebekti.
"Ne iş yaptığımı sormadın?" dedi sorarcasına.
"Mesleğinden önce merak ettiğim başka sorular vardı."
"Alabildin mi peki cevabını?" diye sordu.
"Evet."
"Sonuç ne peki?" diye merakla sordu bu kez. Dirseği masaya yaslıydı ve diğer eli hafif kirli sakallarını kaşıyordu. O an benden beklenmeyecek bir cesaret ve netlikle cevap verdim.
"Sen tam da evlenilecek adamsın."