Marissa Vigliance doğduğu anda elde ettiği güzelliği ve asil soyu ile krallığın en şanslı kadınlarından biri olarak adını unutturmayan bir leydiydi. Yüksek sosyatenin gıpta ile baktığı siyah saçları ve denizi andıran masmavi gözleri, mermer gibi beyaz teni ve kiraz gibi dudakları ile bir kere bakanın aklını başından alan bir güzelliğe sahipti. Tüm bu sahip olduklarıyla sosyetenin 'Çiçekler' olarak adlandırdığı 11 gözde kadınından biriydi. Mavi çiçek Marissa...
Şımarık, narsist ve dünyayı ayakları altında isteyen kibirli Marissa... Tüm gözlerin gittiği her yerde üstünde olduğu Marissa... Tek bir hareketinin aylarca konuşulduğu en ufak bir bakışının olay olduğu Marissa... Marissa... Marissa... Kim bu Marissa gerçekten?
Bu soruya sosyeteden onlarca cevap gelebilir şüphesiz. Krallığın en güzel, en sevimli, en çekici, en güzel sesli, en parlak gülüşlü, en mağrur bakışlı, en zarif yürüyüşlü, en mavi gözlü, en bir şey leydisi! Ancak benim için Marissa 3 hafta sonra acımasızca öldürülecek olan acınası bir leydi.
Muhtemelen bunu da sadece ben ve müstakbel katil biliyordur.
Ben nereden mi biliyorum? Hayır, katil olmadığımı söyledim. Ne yazık ki ben Marissa'nın ta kendisiyim! Ve yanlışlıkla tanrıyı kızdırmışım gibi duruyor.
~
Her şey ilk hayatımda öldükten sonra tanrıyı kızdırmam ve ölecek olan bir yan karakter olarak ikinci bir hayata gözlerimi açmamla başladı. Size tavsiye: dilediğiniz şeylere dikkat edin yoksa kendinizi benim gibi bir cinayet romanının en başında öldürülen bir yan karakter olarak bulabilirsiniz. Bu yüzden katil beni bulamadan önce ben onu bulmalıyım. Hedefim katili bulmadan ölmemek. Hayır, katili bulduğum anda da ölmemek!
Tuhaf tiplerle dolu hapishanede danışmanlığa başlayan William, aynı zamanda deli bir bilim insanı olan babasının inşa ettiği gizli laboratuvarda zorlu bir yolculuğa çıkar.