Siyah, hiç bu kadar korkutucu, çaresiz, yalnız ve zavallı hissettirmemişti. Seni bir hiçliğin içine çekiyor, çekiyor ve çekiyordu bu siyahlık. Karanlık ve siyahlık kelimesi iki farklı kelimeler gibi hissettirse de bizim gözümüze görünüşü, beynimize işleyişi aynı değil miydi? Peki beynimiz neden hâlâ bize oyun oynayıp duruyor, bu iki aynı anlama gelen kelimeleri farklı algılatıyordu? Şimdi bu siyahlık kucak açmış, onu kendisine ait hissettirmesi için elinden geleni yapıyordu. Kendini aitlik arayışına kaptırmış, kendine açılan kucağa doğru emekliyordu. Emekledi, emekledi. Kendinden kaçmaya çalıştığı çok aşikârdı. Emeklemeye alışmış bebeklerden daha hızlı emekleyip kendisini karanlığın kollarına bıraktı. Şimdi uzaktan korkutucu, çaresiz, yalnız ve zavallı hissettiren siyahlık bu duyguların yerine huzur, mutluluk, aitlik hissi ve var olma hislerini tattırmıştı. Bu yeni tattığını bildiği hislerin hiç yok olmamasını diledi. Bu duygulara alışmıştı bu kısa süre içinde. Ta ki karanlık, kendisini istememeye başlayıp yerini aydınlığa bırakana kadar... Yüzüne çarpılan su, soğukluğu bir yana, istemediği zamanda kendisini ait olduğu yerden koparmıştı. Annesinden koparılan bebek misali, gerçekler bir bir yüzüne vurmaya başlamıştı. Göz kapakları acıyor, suyun soğukluğunu bile saymıyor, kendisine atılan suyun başından süzülüp tüm derisinde en uç köşesinde bile kuruluk bırakmadan yere düşene kadar bedeninde hissettiği acı ve yanık tekrar tekrar gün yüzüne çıkıyor, ağrısının kat be kat daha fazla acısını iliklerine kadar hissediyordu. Gözlerini açmak ne kadar zor olabilirdi? En ağır uykundan uyandırıldığın andan daha da zordu şimdi. Aydınlık artık kendisini çağırıyor, onu iradesi dışında kucaklıyordu artık. O, karanlığı seçmişti, ama şimdi istemeye istemeye aydınlığın kollarına bırakt
1 part