Nefes alıyorduk ve veriyorduk. Bu süreç devam ettikçe hepimiz yaşıyorduk. Yaşadıkça çoğalan anılarımız, her birimize farklı seçenekler sunuyordu ama hiçbirinin sonunu öngöremiyorduk. Her bir seçenek, bize birer nokta oluyordu. Birer dönüm noktası. Bizler yaşıyorduk ve her saniyede başka bir yöne savrulmakla tehdit ediliyorduk. Tutunduğumuz ağacın dallarına ne kadar sıkı sıkıya bağlanmaya çalışsak ve kalan süremizi uzatsak da hepimiz biliyorduk. Sonunda tüm yapraklar, teker teker dökülürdü. Yalanlar gibi. Tüm doğru bildiklerim teker teker döküldü yerlere. Hepsi yavaşça çıktı ortaya ama başından beri karşımda olanları göremediğimi fark ettim. Göremedim çünkü görmeyi istemedim. Bizler kör kalmayı bilerek seçerdik. Saklanırdık ama bulunurduk. Kaçardık ama yakalanırdık. Bizler oynardık ama her oyunun bir sonu olacağını unuturduk. O sırada bir seçenek daha sunuldu hayat tarafından. Açın, dedi bize. Gözlerinizi açın artık. Arkasına sığındığınız yalanları tutmayı bırakın ve düşmelerine izin verin. Size gerçekleri sunuyorum, dedi. Ama hepimiz gerçeklerin gölgesinde kalmayı seçtik ve hepimiz gerçekleri gün sonunda kaybetmeye mahkum bırakıldık. Biz insanlar hiçbir zaman gerçeği görmeyi seçmedik. Çünkü gerçeklerin canımızı yakacağını hepimiz biliyorduk. Hayat bizi gerçeğin gölgesine koydu ve biz hiç gerçeği aramadık. Ama bilmediğimiz bir şey vardı; gerçek sandığımız her şey bir gün yalan olurdu. Dünün gerçekleri, bugünün yalanları olarak kalırdı. Ve biz hep gerçeği olduğunu bildiğimiz yalanlara inananlar olduk.
8 parts