Çevremde ki herkesi kaybettim. Hani derler ya "kendi hayatınızın başrolü olun." diye. Ben kendi hayatım da yavaş yavaş kaybolmaya başladım. Etrafım beni görmüyordu, duymuyordu, varlığımı dahi hissetmiyordu.
Kendi hayatımda kayboldum, onca insan arasında kendimi soyutladım, herkes başrol ama ben kendi hayatımda kendi figüranlığımı yapıyorum.
Beni tiyatro oyununda ki figüran gibi düşünün.
Sahneyi hayalbaz kurardı, rolleri o yazardı.
Rolüm neyse, mekanım ve zamanım neyse ben oyum. Yalnızca perdenin değişmesini beklerim. Perde açılır, yeni rolüm belli olur ve yalnızca o perde geçene kadar işlev görürüm.
Seyircilerimden tebrik edenim, alkış tutanım yoktu. İçlerinden birinin bile benden haberi yoktu.
Ben zamanla sahnenin bir köşesinde duran figüranlara benzemeye başlamıştım. Beni oraya o sahneye evrenin akışı yerleştirir ve gerisini bana bırakırdı. Bende rolüm neyse repliğim nelerse söyler ve geri çekilirdim. Böylece sahne kapanır ve figüran yine karanlığa terk edilirdi.
Kendini yaşadığı şeylerden sonra soyutlanmış hisseden Pınar, yalnızlığa hep alıştırılmak mecburiyetinde bulunulmuş, ona göre o kendi hayatında figüran. Kendi hayatının konuşmayan, duyulmayan, kale alınmayan figüran. Gözü kara, cesur, kaybetmeye niyeti yok.
Yağmur yağıyor, her yeri sel alıyordu. Sokaktaki insanlar ıslanmamak için oradan oraya koşuyor, trafik arabalar sayesinde tıkanıyordu. Şemsiyesi olan insanlar rahat bir şekilde yolda yürüyordu. Şemsiyesi olmayanlar ise şanssızdı. Yağmurdan ıslanmamak için korunacak yer arıyorlardı.
Şemsiyesi olmayan, elinde kalın hukuk kitapları, üzerindeki deri ceketi ile rahatça yürüyordu İzem. Acelesi yoktu. Islanmayı seven biriydi. Küçükken babası onu sokağa attığında yağmurun altında kendi kendine eğlenir, biriken suların üzerine zıplardı.
Uzun kahverengi saçları ıslanıp birbirine karışmıştı. Elindeki hukuk kitapları çantasına sığmadığı için elinde sımsıkı tutuyor, ıslanmamaları için boynundaki kahverengi atkıyı kitaplarına siper ediyordu.
İzem Karasu.
Üniversite son sınıf öğrencisiydi kendisi. Yirmi üç yaşında, geleceğinin hayallerini kuran ve başarılı bir savcı olmayı hedefleyen bir hukuk öğrencisiydi. Son yılının bitmesine ve mezun olmasına sadece aylar kalmıştı.
Metro durağına inen yürüyen merdivenleri görene kadar normal hızda yürümeye devam etti. Yürüyen merdivenler gözüne çarpar çarpmaz adımlarını hızlandırdı.
İzem dışarıdan çok sert görünürdü. Bakışları her zaman insanlara nefretle bakardı. Oysaki sıcakkanlı biriydi. Sevdiklerine karşı çocuksu olurdu. Merhametli ve sevecendi. Soğuk olduğu insanlara acımazdı.
Metro durağına geldiğinde metro gelmişti bile. İnsanlar birbirlerini ittirerek metroya ulaşamaya çalışıyordu. Sanki birbirlerini itmeseler metroya binemeyecek gibi bir halleri vardı.
.....