Altı yıl önce, denizin kıyısından usulca gökyüzüne doğru süzülen bir dilek fenerinin yıldızlara karışmasıyla iki yabancının yolu kesişir, o an evren dokunuşunu yapar, birinin dileği kabul olur: Aşk.
"Her aşk romanı güzel bitmezdi ve aşk, acı ile gelirdi."
Dilek fenerinin ışığı yıldızlara ulaştığında söner; aşk, iki yabancıyı acı bir ayrılığa sürükler ve sonunda kırık bir kalp bırakır.
Altı sene sonra yıldızlar, yarım bırakılan hikâyeyi tamamlamak için bir araya gelir, tanıdık iki yabancının karşılaşmasına şahitlik ederlerken içlerinden biri usulca kayar. Bu sefer kimse dilek dilemez, tek bir dilek önceden kayan yüzlerce yıldıza defalarca fısıldanmıştır.
O dilek yeniden gerçekliğini yaratacaktır.
Ben : anneni ara.
Oğuz:ne ?
Ben: sen sinem teyzenin oğlu değil misin?
Annen onu aramanı söylüyor.
Oğuz : peki bunu o niye söylemiyor ?
Ben : şarjı bitmiş?
Oğuz : şarjı bitmişse ben onu nasıl arayacağım peki ?
Ben yazıyor...
Ben çevrimiçi...
Ben : bir dakika oha doğru?
Şarjı bitmişse nasıl arayacaksın ?
Oğuz : bu küçük detayı yeni fark etmen gözlerimi yaşarttı.
Ben : sen bana Altan altan laf mı soktun ?
Hayırlı bir evlat olup annen ara demeden arasaydın böyle olmazdı 🙃
Oğuz : şimdi de sen mi bana laf sokmuş oldun?
Ben : haspinAllah sınanıyorum herhalde , git ara ne bilim ben ya.
Laf filan da sokmuyorum ayrıca.
Oğuz : sen kimsin ?
Ben: komşunuz ?
Oğuz : komşumuz kim?
Ben : evine gelseydin bilirdin.
Oğuz :geldiğim zamanlarda oldu ama tanımıyorum seni ?
Ben : o da senin kayıbın olsun hayırsızlığı bırakıp evine uğrarsın artık belki ?
Oğuz : bu aralar sanmıyorum.
Ben : benim ruhumda hayırsızlık diyorsun.
Oğuz :hayırsız olsaydım bu vatanı korumak için canımı feda etmezdim.
Ben :ne ?
Oğuz: tek hayırsız ben değilmişim anlaşılan , komşusunun oğlunun mesleğini bilmeyen bir komşu kızı.
Ne üzücü.
Tanışalım yüzbaşı Oğuz Türk...