Mutluluğu, kelebekle açıklayan bir yazı okumuştu.
Mutluluğun kelebek gibi olduğuna dair bir yazı.
Kovalayıp durdukça, daima kaçacak olan minik bir kelebek.
Ta ki peşinden koşmayı bırakana kadar...
"Durup soluklandığımda, gelip yanıbaşıma konacak o kelebek. Anlayamayacağım bile, bir anda renklenecek dünyam. İşte o zaman, en güzel çiçeklerimle karşılayacağım o kelebeği! Bir an olsun ayırmayacağım yanımdan. Ruhu karışacak ruhuma ve ne o bir günlük yaşayacak ne de ben solup gideceğim en ufak bir susuzlukta."
İstanbul'dan Kuşadası'na uzanan bir hikâyeydi bu.
İki genç kadının büyümesi, değişmesi ve kendilerini bulmasıydı.
Kırarak, kırılarak, tökezleyip düşerek ama daha sağlam bir şekilde ayağa kalkarak, ağlarken de gülebilecek bir neden bularak ve kaçmadan, korkmadan sevebilmeyi öğrendikleri bir hikâye...
Bir kaçışın, son durağıydı bu.
"Ben, o kelebeği kovalamamıştım belki ama olduğum yerde de öylece durmamıştım. Zemin hazırlamıştım ona, bana gelmesi için nedenler sunmuştum. Ait olduğu bahçemi süsleyip büyük bir özenle, hiç farkında olmadan kendime çağırmıştım sessizce. "
Tüm bunların başlangıcıysa, bir mayıs gecesinde kadehlere doldurulan şarapta saklıydı.
"IN VINO VERITAS!"
Gerçek, şarapta saklıdır.