Ha Kyungsoo ergenlik dönemine girdiğinden beri devamlı aynı rüyaları görüp duruyordu, ölümün pençesinden çaresizce kaçarken sık ağaçlı ormanda kendisini izleyen kırmızı gözlü canavarlar onu ne zaman düşecek diye kana susamış bir şekilde, her gece izliyorlardı. Bu rüyaları neden gördüğünü asla bilmese de annesinin ona anlattığı hikayeler daima aklına geliyordu. "...Seçilmiş olanı isteyen birçok kişi vardı fakat ruh eşine olan sevgisi öylesine büyüktü ki hiç kimseyi gözü görmezdi. Nice zenginlikler teklif edildi, nice güzellikler önüne serildi hatta nicr tehditler aldı fakat ruh eşi onun bu hayattaki tek sahip olduğu kişiydi. Seçilmişin ruh eşi, korkunç biriydi. Öfkesi tüm kıtalarda yankı bulmuştu, insanları birer böcek gibi öldürüyordu. Herkes çok şaşırıyordu. Aslında bu dedikodular bile seçilmişe yaklaşmaya engel olmalıydı fakat o felaket gerçekleşti. Seçilmiş, kıskanç ve güç sahibi insanlar tarafından her hayatında yakalanmış, güç uğuruna kurban gitmişti. Seçilmiş her hayatında büyük acılar, korkunç ıstıraplar çekmişti. Keza bu olaylar olurken her yeni yaşamlarında ruh eşi de delirmişti. Felaketin olduğu her yaşamda, ruh eşi, seçilmişe doyamadan yitiriyor sonucunda toplu katliamlar yaşanıyordu. Her katliam sonucunda, seçilmişin mezarının önünde perişan halde olan ruh eşi göz yaşları toprağı sularken gökyüzüne haykırıp aynı yemini tekrar ediyordu 'Geçmişimde sana aittim şimdi sana, gelecekte de sana ait olacağım. Her yaşamımızda yeminim olsun ki, intikamını alacağım. Ne kadar uzaklarda da olsak, aramıza kim girse de seni bulacağım, her daim senin olacağım.' Yeminlerine kanıt olsun diye yattığı toprağı her seferinde kendi kanıyla suluyor, eşinin yanında ölüyordu..." 17 yaşını biraz geçtikten sonra inanmak istemediği hikayelerin gerçekliğini sorgulamaya başlayacaktı...