"Meydan senin Sürmeneli." Dediğime elini belime koyup beni kendisine çekti. Meydanı sahiden boş bulmuş olmalıydı. Yoksa beni kendine çekecek hali yoktu başka türlü. Düşündüklerimi anlamış, duymuş gibi konuştuğunda nefesim bir anlık tekledi. "O meydan benim de sen benim değilsin Hasret." Dediğinde yutkunamadım. Meydanlarım onundu. İnkar etmeyecektim bunu. Kendi ağzıma söylemiştim zaten. Neyine inkar edecektim ki? Ama takıldığım o değildi. Barut, Hasret demezdi bana. Deva'yı bile nadir derdi. Adımı söylemeyen, söylemekten kaçan kocam bana iki adımı da demişti. Hem Hasret demişti, hem Deva. "Meydandayım Barut Reis," Boştaki elimi yanağına koydum. "O meydanın tam ortasındayım." Diye devam ettiğimde güldü. Alayla değil. Acıyla. Ama kendineydi bu acı gülüş bana değildi. Sonra o da zehir akıttı. Benimki kadar gerçek bir zehir. "Yanımda değil Deva, karşımdasın." Güldüm. Zehrin yarattığı acı bir gülüştü bu. Hep acıydı zaten bize kalan gülüşler. Asla umutla dolu olmazdı, asla neşe yüklü olmazdı. Haramdı sanki. Bir kere mutlu olsa, dünya kötülüğe bulanacaktı adeta. O kadar haramdı işte bana mutluluk. Dudaklarımı dudaklarına yaklaştırdım. "Yanında olacak nedenim yokken," Dedim "Karşında duracak sebebim çok ondandır." HIRÇIN BİR KARADENİZ HİKAYESİ...
17 parts