"Eski zaman aşıklarından kim kaldı sorusunun cevabı olarak görüyordum ben bizi, Piraye." deyince dudaklarım kıvrıldı. Hoştu, güzeldi, özeldi lakin bitmişti. İkimizin de hayatına farklı insanlar girmişti.
"Yıllanmışız," dedim içimde uhte kalan anılar gözümün önünden geçerken.
Sözümün devamını getirdi. "Şarap gibi."
Kafamı salladım. "Şarap gibi..."
Yıllar sonra burada, birbirimizi ilk gördüğümüz yerde tekrar karşılaşmamız içimde bir şeyleri tekrar alevlendirmemişti. Tatlı bir sızı olarak kalmıştı o bende, öyle de kalmaya devam edecekti. Dile kolay 15 sene beraber ağlayıp beraber güldüğüm adamdı, nasıl hiçbir şey yaşanmamış varsayabilirdim? .
"Kızın sana benziyor," dedi Mihraʼya gülümseyerek bakarken. "Adın ne senin fıstık?"
"Mihra." dedi kızım cıvıl cıvıl sesiyle.
Bende gülümsedim içtenlikle ve ellerini babasının bacaklarına sarmış ürkekçe bana bakan erkek çocuğuna eğildim. "Senin adı ne bakalım küçük bey?" Çocuk sesini çıkarmadığında dudaklarımı birbirine bastırıp doğruldum. Fatih sıkıntıyla ensesini ovalıyordu.
"Alp." dedi. "Konuşamıyor."
"Özür dilerim, bilmiyordum."
"Nereden bilebilirsin ki, özür dilemene gerek yok." dedi anlayışla ve ardından Alpʼin saçlarını okşadı. "Sanırım veda vakti geldi."
Buruk bir şekilde gülümseyerek kafamı salladım. O sırada telefonum çalmaya başladı. Fatih elini uzattı dostane bir şekilde, memnuniyetle karşılık verdim. "Hoşçakal." dedim.
"Hoşça Kal." dedi.
Çocuklarımız vardı, farklı insanlardan.
Aşkımızın boynu bükülmüştü.
Anılar tazeydi, yaşanılanlar ölü.
Her zamanki gibi bir veda vakti daha gelmişti işte.