"Gidecek misin?" diye fısıldadı.
"Evet," dedim kendimden emin ses tonumla. "Evet gideceğim. Herkesten, her şeyden uzaklaşıp gideceğim."
Bir süre durdu. Öylece irislerime baktı. Sonra bana doğru bir adım attı ve kollarımı o koca elleriyle tuttu, "Nereye istiyorsan git, bulurum seni. Gözüm üzerinde, gözüm gözlerinde, gözüm ruhunda, gözüm her şeyinde olur. Benden başka yolun var mı sanıyorsun?"
Biraz daha yaklaştı, nefesini yüzümde hissettim. Gözleri ketum bir renge boyanmıştı. Başını bana doğru eğdi, kulağıma fısıldadı, "O gece bana o elini uzatmayacaktın, o gece o elini tutmayacaktım. O gece durmayacaktın. O gece yürümeye devam edecektin. Her şeyi sen başlattın, şimdi çekip gideceksin öyle mi? Git. Durma." Yüzünü geri çekti gözlerime baktı, o gözler artık karanlığın içindeki yıldız gibi değil, karanlık gibi bakıyordu. "Ama unutma, dünyanın öbür ucunda da olsan yine de bulurum seni. O zaman dua edeceksin, Allah seni karşıma çıkarmasın diye."
"Alçin..." İsmimi nerden biliyordu bu kız? "İkizim, sen mi geldin? Göremiyorum, görmem gerekmez mi? Beni yanına almaya geldiğinde bile bana gözükmeyecek misin?" Bu kız neyden bahsediyor? "Annemde yanında mı? Bazen göremiyorum, sizin öldüğünüz günden beri oluyor. Beni bu adamlardan korumak için beni almaya mı geldin?" Bir kaç saniye gözlerim onda oyalandı. Ala'nın sesi bizi kendimize getirdi. "Alin hanım, biz Türk askeriyiz. Bir yaranız var mı? Gözlerinize mi zarar verdiler?" Ala'nın sorularını eş geçti kız. "Alçin burada değil mi? Ölmedim mi? Nasıl olabilir ki, kokusunu aldığıma eminim!"
...