"Derdin ne?" Yanımdan geçen kadının uzaklaşmasını bekledim. "Ağabeyim, Muhammed ağabeyim dün sabahtan beri yok. Gece geç gelir sandık ama yok, gelmedi. Endişeliyim." Gözlerim ve burnum tekrar yanmaya başlamıştı lakin ağlamamakta kararlıydım. Kötü çıkan sesimin farkındaydı, bu yüzden çocukluğumuzdan beri yaptığını yapıp beni acıtmak yerine konuştu. "Ağabeyin iyi." Ona döndüm, dönüşüm ile gözleri hızla açıldı, göz göze geldik. Hemen etrafı taradı ve bana gözleri ile kabaca çiçeklere dönmemi işaret etti. Gülüyordum, zor da olsa kendime geldim ve dediğini yaptım. "İyi mi?"
Homurdandı. "İyi ama sen biraz daha böyle davranmaya devam edersen biz hiç iyi olmayacağız." Söylediklerini umursamadım. "Nerede şu an, iyi olduğunu nereden biliyorsun, niye aramadı, başına bir iş gelmedi değil mi? Yoksa..." Sözümü kesti. "Soru sormayı kes! Muhammed iyi, sen evine dön. O da akşam eve gelir." Çiçekleri boş verdim, ona döndüm. Ne onları ne de insanları umursayacak ruh sağlığına sahip değildim. "Beni ağabeyime götür." Gözlerini yere indirdi, lakin ben ona bakmaya devam ettim. "Lütfen, onun iyi olduğunu görmeye ihtiyacım var."
"Önce çek şu bakışlarını, ikimize de laf çıkartacaksın! Hem sana Muhammed akşam eve dönecek diyorum, sana yetmiyor mu?" Yetmiyordu, neden anlamak istemiyordu ki? "Sana beni ona götür diyorum!" Sinirlendiğinin farkındaydım, normal şartlarda onunla hiç konuşmaz, görmemezlikten gelirdim ama şu an durum farklıydı. Bunu neden anlamıyordu ki? "Seni onca erkeğin içine götürürsem Muhammed bana ne yapar, haberin var mı?"
Yağmur yağıyor, her yeri sel alıyordu. Sokaktaki insanlar ıslanmamak için oradan oraya koşuyor, trafik arabalar sayesinde tıkanıyordu. Şemsiyesi olan insanlar rahat bir şekilde yolda yürüyordu. Şemsiyesi olmayanlar ise şanssızdı. Yağmurdan ıslanmamak için korunacak yer arıyorlardı.
Şemsiyesi olmayan, elinde kalın hukuk kitapları, üzerindeki deri ceketi ile rahatça yürüyordu İzem. Acelesi yoktu. Islanmayı seven biriydi. Küçükken babası onu sokağa attığında yağmurun altında kendi kendine eğlenir, biriken suların üzerine zıplardı.
Uzun kahverengi saçları ıslanıp birbirine karışmıştı. Elindeki hukuk kitapları çantasına sığmadığı için elinde sımsıkı tutuyor, ıslanmamaları için boynundaki kahverengi atkıyı kitaplarına siper ediyordu.
İzem Karasu.
Üniversite son sınıf öğrencisiydi kendisi. Yirmi üç yaşında, geleceğinin hayallerini kuran ve başarılı bir savcı olmayı hedefleyen bir hukuk öğrencisiydi. Son yılının bitmesine ve mezun olmasına sadece aylar kalmıştı.
Metro durağına inen yürüyen merdivenleri görene kadar normal hızda yürümeye devam etti. Yürüyen merdivenler gözüne çarpar çarpmaz adımlarını hızlandırdı.
İzem dışarıdan çok sert görünürdü. Bakışları her zaman insanlara nefretle bakardı. Oysaki sıcakkanlı biriydi. Sevdiklerine karşı çocuksu olurdu. Merhametli ve sevecendi. Soğuk olduğu insanlara acımazdı.
Metro durağına geldiğinde metro gelmişti bile. İnsanlar birbirlerini ittirerek metroya ulaşamaya çalışıyordu. Sanki birbirlerini itmeseler metroya binemeyecek gibi bir halleri vardı.
.....