Yıl 1957: Kasaba bu kadar soğuk ve mahzun bir havayla kaplanmışken, benim içimin üşümesine sebep olan asıl şey yalnızlık... Bir insan yalnızlığının, acizliğinin, güçsüzlüğünün büyüsünü nasıl bozabilir? Belki de benim gibi; güneş altın ışığını yeryüzüne örtünce eriyip su olan kardan adamlarla arkadaş olabilir. Hem belki bu sayede, o insanın içindeki küçük çocuk da kalbine vuran neşeyle tebessümünü çiçek gibi açar yüzüne.
Benim içimdeki Küçük Ferda'yı da kardan adamlar böyle sevince boğdu.
Peki ya, o Küçük Ferda'yı daha fazla mutlu edecek bir haz var mı? Ya da daha fazla üzüp ağlatacak bir travma?
Bir misafir mi bu?
O seneki kış mevsiminin hangi soydan geldiği bilinemeyen varlığını, onu kulübemde ağırlıyorum ve gördüğüm tuhaf rüyalara, kötü kalplere, her şeye rağmen pişman olmuyorum asla. Ben miyim ki pişman olması gereken?
O kabuslar yakamı bırakmıyor, yaşanan olaylar iyiden iyiye esrarengiz bir hal alıyor. Daha da çok sevip, daha da çok küçümseniyorum, daha da çok kâbus görüyorum ve daha çok gözyaşı döküyorum.
Her sabah ıslak yastığım üzerinde kan ter içinde uyanıyorum ve bu yüzden defalarca kez hasta oldum. Aynı zamanda defalarca kez âşık olup pişman olmadım. Yalnızca yüreğim ve insanlar daha beter oldu.
İnsanlar her zaman her şeyi yanlış anlıyordu çünkü...