Nida Vira Vural
Önümdeki aynaya bakarken gördüğüm şey benim geçmişim, gerçeğim, geleceğimdi...
Derlerdi ya, geçmeyecek bir kara lekeydi üzerimde.
Üzerinize çöken ani bir sis gibi, güneşli günde arkadaşlarınla eğlenirken üzerinize yağan dolu gibi, kara bir fırtına gibiydi.
Bir çeşit felaketti.
Benim felaketim.
Gerçekten bu şekilde olması bir tesadüf müydü? Yoksa kader miydi? Bilmiyordum.
Ama bildiğim bir şey varsa bunun bir tesadüf olamayacak kadar inandırıcı olmasıydı.
Bazen hayatınızda yaşadığınız bazı şeylerin izi kalırdı.
Yaşadıklarınızı unuturdunuz ama o iz sizle kalırdı.
Belki sahilde bir paten kayarken düşülen ve çarpılan bir taşın izi, ya da kalbine dokunan birinin, seni kırmasıyla oluşan o kalp kırığı...
Bu izler sizi büyütür, büyüdükçe olgunlaştırır, olgunlaştıkça da bazı şeylerin farkına varmanı sağlardı.
Ben büyümüştüm.
Ve artık bir şeylerin farkına varmıştım.
Benim kurtulamayacağım tek leke üzerimdeki değildi.
İçimdekiydi...
Asıl leke oradaydı ve bu benim tesadüfüm değildi.
Bu benim felaketimdi...
Ben seni seviyorum...kardeşimden farksız o hem 5 yaş küçük...ufaklıkla ne işim olur...
Dizlerimin üzerinde eğilip kapıya biraz daha yaklaştım..
-Bin gönlüm olsa birini vermem.. Benim gözüm sadece seni görür... Hem görmedin mi erkek çocuğundan farksız.. Kıskanacağın son kişi bile değil...
Titreyen dizlerimle ayağa kalktım... Perdeyi araladım.. Balkona çıktım.. Semih gelen sesle başını bana çevirdiğinde.elinde telefon öylece kaldı... Gözlerine baktığımda anlamıştı onu duyduğumu.. Balkonda duran kitabımı aldım ve tekrar içeri girdim... Kapıyı kapatıp perdeyi çekmeden son kez yüzüne baktım..
Ve o perdeyi kapattıktan sonra yıllarca onun olduğu tek bir gün açmadım...