Acı... Neydi bu herkesin dilinden düşmeyen acı? Kalpteki sızının isim bulmuş hali miydi? Yoksa dillere pelesenk olmuş, öylesine söylenen kelimelerden birisi mi? En çok ne zaman acırdı insanın kalbi? Acıyan kalp miydi yoksa ruh muydu? Ya da şöyle sorayım neden acırdı canımız? Acı nasıl dışa vurulurdu? Boğazda mı düğümlenirdi? Gözlerden yaş diye mi akardı? Sorular çok cevaplar yok. Sorularımın cevaplarını en ince detayına kadar öğrenecektim. Sizler de öğrenmek isterseniz buyurun gelin. Her şey o günle başlamıştı. En mutlu günü olacağını düşünüyordu. Hatırladıkça acı verecek bir gün olarak zihninde kalacağını nerden bilebilirdi? Bilemezdi, bilemeyiz de. Bilseydi gider miydi oraya? O güzel sonuçlanacağını düşündüğü hayalleri hiç kurar mıydı? Bakmaya kıyamadığının yanına yaklaşır mıydı? Yaklaşmazdı. Ayaklarına zincirler vurur yine de oraya gitmezdi. Onunla ilgili hayaller kurmazdı. Kalbine mühürler vururdu da yine de sevmezdi onu. Ama bunları düşünmek için çok geç kalmıştı. Hayat yine oynamıştı oyununu ve elleri bir daha hiç birleşmemek üzere ayrılmıştı. Gözleri son kez birbirleriyle buluşmuştu. Son kez o meraklı gözler sevdiği adamı tanımıştı.