Daldığımın farkına varmadan tekerlekli sandalyemi ilerletiyordum, sarsılmamla düşmek üzereyken birinin beni tutmasıyla düşmemiştim, sadece bir kırılma sesi duyulmuştu. "Günebakanım..." Sesini duyduğum kişinin yüzüne bakarken sokağa yeni taşınan çocuk olduğunu görmüştüm. "Ben özür dilerim... Dalgındım biraz, saksı da kırıldı. Özür hediyesi olarak ayçiçeğine bir saksı alabilir miyim?" Hızlı hızlı konuşmamda tek bir yere takılmış gibiydi.
"Günebakan." Kaşlarım hafif çatılmıştı. "Anlamadım? İkisi de aynı şey değil mi?" Omuz silkmişti. "Günebakan, benim için öyle. Her neyse sen iyisin değil mi?" Başımı sallamıştım. "Biraz daha dikkat et, her zaman seni tutacak birisi olmayabilir." Ben ona bakarken benden uzaklaşmış yerdeki saksı kırıklarını toplamış, ardından ayçiçeğini de toprağıyla alabildiği kadar almış ve apartmana girmişti, ben ise hala arkasından bakıyordum.
Babasını kaybettikten sonra doğduğu şehre geri dönen Ilgın, umduğu başlangıcı orada bulabilecek midir, yoksa anılarındaki eksik sayfalar teker teker belirip ona ummadığı bir son mu getirmek üzeredir?
'Hangi aşk, bu yükün altında ezilmeyecek kadar güçlü olabilir? 'diye sordu Rüzgar gitmek üzere arkasını dönerken.
'Beni dinlemiyorsun bile' diye bağırdı Ilgın, yalvaran sesiyle.
Kuruyan göz pınarlarına rağmen, kalmasına yetecek kadar gözyaşı dökememişti belli ki..