“Sen beni kurtarmadın. Aksine daha da dibe çektin. Senelerdir alamadığım her nefeste senin hayaletin elimden tutuyordu. O umutsuzluğu kucaklayarak defalarca ölümü tattım.”
Delikanlı tüm o acının darmadağın ettiği perişanlıkta kayboluşunu bu kadının elinden tutup o geceye teslim olmakla tatmıştı. Ellerini kadının belinde bir aşağı bir yukarı gezdirirken, Azra’nın yanaklarının kızardığını hissetti. Biliyordu, Azra ile yanlış giden her şey daha da katrana saplanıyordu ama bu sefer doğruların zamanıydı.
Azra gözünden bir damla yaşın düşmesine izin verdi. Bir eli genç adamın sakalını yavaşça okşuyordu.
“Yapamazdım. Kuyunun başında seni öldürmek için bekliyorlardı.”
“Beni mezarın altına koysalar bile…” Mete burukça gülümseyerek kadını kollarına yorgunlukla çekti. Bol yıldızlarla bezenmiş gökyüzü kendi gözlerini yansıtıyordu.
“Biliyorsun değil mi? Bunun bir sonu yok. Ellerimizde kan kurudu, karanlık her bir kalp atışında ruhlarımızı kendine kattı. Geri dönüş yok. Bağışlanma yok. Tökezlemek yok.”
Azra, her seferinde içinde her zerresini kaybettiği derin mavi gözlere dikti yeşil ormanlarını.
“Saf ve temiz bir sevgi yok. Sevgi mi? Ruhunun tuğlası acı olanlara yasak değil midir?”
Mete kadının ipek saçlarının o temiz kokusunu içine çekerek cevapladı dayanağını.
“Ama Günışığı, bir kez sevdiğinde çoktan bir kez kaybetmişsindir.”
Not: Kitabın kurgusu tamamen bana aittir çalıntı durumlarda yasal işlem başlatılacaktır.
Siz: Sırf beraber çalıştığımız için bana böyle davranmanıza izin veremem, İlker Bey?
İlker bey: Davranışlarımın sebebi sadece beraber çalışmamız değil Başak hanım.
Siz: Peki ya ne?
Siz: Ne bu haddinizi aşmalarınız?
Siz: Sabrımı zorlamalarınız.
İlker bey: Aklımı sikip attığın için bunların cevapları bende de yok. Buna aşk diyorlar ama çok saçma.
İlker bey: Hiçbir insan, bir insanın iradesini bu kadar sikemez.