Herkesin dolabında bir ceset vardır.
Ben bilemedim ki kendi dolabımda, kendi cesedimi taşımışım onca sene.
Belki de artık saklanmayı bırakıp, kendimi bulmalıyımdır. Çok uzakta da değil.
Dolabımın içinde.
🕯️
Leyla Belgin, yirmi üç yaşında, edebiyat öğrencisi. Bir gece, yurtta kaldığı odasının dolabından bir ceset düşüyor göğsüne. Kendisinin yapmadığını bildiği halde, suçlu olduğunu biliyor. Bu dolabından düşen ilk ceset değil çünkü.
Aktan Emil Öztas, yirmi altı yaşında bir avukat, çoçukken aşık olduğu ve on üç senedir görmediği çocukluk arkadaşının dolabından kendi öz kuzeninin cesetinin çıktığını öğreniyor.
Vanilya kokan kız, yağmur kokulu adamı hatırlamıyor. Yağmur kokulu adam, kızın avukatı oluyor ve ruhları küs bir şekilde, birbirlerine dokunamayan ellerle, beraber katili arıyorlar.
Leyla, katilin sadece kendisiyle uğraştığını sanarken, aslında Aktan'la beraber hiç algılayamadığı ve kendisinden bile eski bir oyunun içinde hapsolduğunun farkına varıyor.
🕯️
"Kırık hayallerimin cam parçalarıyla bileklerimi kesmem gerekirdi belki de. O zaman ruhumun kirli sıvısı akar giderdi. Kanıma dolaşırdı ve çıkardı içimden. Olmaz mıydı?"
Çoçukluğum gözümün önünden film şeriti gibi geçerken elimden hiçbir şey gelmiyordu. Kurtulmak için çığlıklar atarken sesim çıkmıyordu. Yardım etmek için çırpınan benliğim hareket edemiyordu. Sanki bir kilit vardı görmediğim. Bağlanmıştım o sokağa, kilit vurulmuştu çıkış bildiğim kapıya. Duvarlar üzerime üzerime geliyordu. Dostum dediğim herkes bir yol ayrımındaydı, hangi yoldan devam edersem birini kaybedecek gibi hissediyordum.