O, büyük serüvenleri özleyen kişilerden değildi. Küçük mutlulukların önemine gerçekten inanmıştı. İhtiraslar, hırslar, telaşlar, heyecanlar ondan uzaktı. O, yer üstünde bir çeşit erimiş yaşamı yaşadı. Yumuşak bir rüzgar yağmurun sesini arttırarak esiyordu. İstanbul'un bu hoş sakin, yalnız görüntüsü küçük bir çocuğu andırıyordu. O, tenha bir mahallenin küçük bir evinde doğmuş bir çocuk... O, yaşantıların büyüttüğü, geceyi dinleyen bir çocuk. Geçmişini günbe gün yaşayan bir çocuk. Güneşi, tenini ısıtıcak güneşini kaybetmiş, onu siyahından kurttarıcak, güneşi olucak kişiye aşık olabilicek mi ?. O, Eylül'ün Siyahı, Efe Bahadır...
"Eylül olurmusun?" Haksızlıkların olmadığı bir dünya... İnsanların hepsinin mutlu olduğu, hiç olmazsa iş bulduğu ve doyduğu bir dünya... Sevilmeye değer insanların sevgisizliğe terk edilmediği bir dünya ... Bütün bunları düşününce mutlu olan genç bir kız, geçmişi aklına gelince kullağını kalbine dayayıp boğulmak istemediği aklına gelince, işte o zaman hüzünlen baş edemeyen bir kız. Geçmişini altı senede unuttamayan bir kız nasıl olurda intikamın peşine düşüpte altı senesini unuttur ki ?. İçine kapanıklığı, yalnızlığı, nasıl olurda intikam yüzünden unuttulur ki ?. O, eski Eftelya değildi, olamazdı, olmadı, yapamadı. O, Efe'nin Güneşi, EYLÜL AKSOY...
Sarı tükendi... Renklerin en neşelisi ve en çocukcasını yitirdik. Göz ve gönül aydınlığımız; içimize ümit, özgürlük ve sonsuzluk duygusu getiren renk uçup gitti. Karardık, belki de Siyahlaştıkda Güneşimizi arıyorduk. İşte şehirler bir bir yitiriyor sarısını. Rengi gittikçe kararıyor dünyamızın.
Aden, tiktokta gördüğü abimin arkadaşı akımını abisinin arkadaşı Mert'de denemek ister.
En fazla ne olabilir ki? Diye düşünüp abisinin arkadaşına akımı yapar ama kaderin cilvesini unutur :)
...
Bütün haklar saklıdır.